Prof. Dr Cengiz Kuday - Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı
21 Mayıs 1864’te başlayan Çerkes göçü çok güç şartlar altında yapıldı. Binlercesi, yollarda ve denizde öldü. Osmanlı’ya gelenler onlara vaat edilen şartları bulamadılar. Pek çoğu asker oldu kadın ve kızları saraylara ve konaklara satıldı. Çok az kısmı ülkenin değişik yerlerine iskân edildi. O zaman Osmanlı’nın gücü bu kadar idi.
Meşhur Rus yazarı Lev Tolstoy’un (Harp ve Sulh kitabının yazarı ve aynı zamanda Şeyh Şamil’in naibi ve sonra rakibi olan meşhur Hacı Murat’ın yazarı) Kafkas trajedisi için yazdığı (kendisi o zamanlar çarlık ordusunda bizzat olaylar içindedir) sahneler o kadar korkunçtur ki köylere gece karanlığında dalıvermek Ruslar için âdet haline gelmişti. Rus askerlerinin ikişer üçer evlere girmesini izleyen dehşet sahneleri öylesineydi ki bunların hiçbirini rapor görevlisi aktarmaya devam edemezdi. Yollarda zorla bindirildikleri gemilerde yolcuların büyük bir kısmı, gemilerin Karadeniz’in hırçın dalgalarına dayanamayarak batmasıyla öldü. Yollarda bir kısım hasta ve zayıf yolcular, çocuklar, ihtiyarlar taşıyıcı kötü gemi sahipleri tarafından denize atıldı. (Aynı manzaraları bugün de Akdeniz’de ve Ege Denizi’nde başka halklar yaşamıyorlar mı?) Bu trajik olaylar çok sayıda. Bir tanesini o belgede çok yakın ilişkiler içinde bulunan (çok yakında kaybettiğimiz) Dr. Cemalettin Ümit ağabeyimizin bana verdiği bir hikâyeyi nakletmek istiyorum: Yüzlerce mülteci arasında bir teknede kucağında ölen bebeğinin denizciler tarafından denize atılmasını önlemek için annenin yavrusunu kucağında sallayarak söylediği ninni:
“Uyu yavrum uyu (sich nane)
kabaran denizlerin dalgaları
beşiğin olmuş sallıyor seni
rüzgâr vuruyor yağmacıların
ak renkli yelkenlerine
beşiğin gemiye (sich naneshis noniy)
uyu yavrum uyu
artık babanın evinde değilsin
Karadeniz’in koynundasın
rüzgâr tam hızıyla vurduğunda
küçük vatanlarına dönmek için
hatırla denizin tuzlandığını
göç edenlerin gözyaşları ile
büyüdüğünde tekrar geç Karadeniz’i
bul evinden geri kalanları
temizle ocağını sarmış sarmaşıklardan
tekrar yak sönen evin ateşini
sis hanıy sis hanly
wiscus sorpis wo nanıy
riyum yipum wubir wonus”
Bu şiirin aslında birçok devam eden kıtası mevcut. Ayrıca dünyaca meşhur tanınmış bölge sanatçısı Soprano Hibla Gerzmava tarafından seslendirilmiştir. Şiirin tamamı on kıtadır. Ben Çerkes’im. Annem 106 yaşında, aklı başında, yalnız yaşıyor. Her işini kendi görüyor. Nenem yüz yılı aşkın bir yaşta öldü. Ben ve kardeşim bu göç hikâyelerini dinleyerek büyüdük. Armonikas’ın beraberinde söylediği göç ninnileriyle uyuduk. Çerkes ulusunun başı hep dik kalmıştır eğilmemiştir. Kırılmış fakat kökleri sağlamdır. Bir gün (Tolstoy’un Hacı Murat romanında belirttiği gibi) yine bütün değerleriyle ayağa kalkacaktır.
Bir an düşünelim:
1917 ihtilali Rusya’da olmasaydı Trabzon ve Erzurum’a kadar gelmiş Ruslara rağmen Kurtuluş Savaşımız nasıl olurdu? Hain olarak damgalanan Çerkes Ethem’in Kuvayi Seyyaresi başlangıçta olmasaydı çıkan isyanlar, Yunan taarruzları nasıl bertaraf edilirdi?
Tolstoy’un Hacı Murat kitabını okuyun; Çerkes Ethem’in hayatını okuyun, çok büyük benzerlikler göreceksiniz. Her iki kişide de yaşam sevincinin ihaneti nasıl değerlendirdiklerini anlayacaksınız.
Sevgili Atatürk ülkeyi yine kurtarırdı fakat neler pahasına?!
Son söz: Bir insan topluluğunun özgür eşit ve kardeşçe yaşadığı toprağa “vatan” denir. Atatürk veciz sözüyle DNA ne olursa olsun, Ne Mutlu Türk’üm Diyene ve Türkiye Cumhuriyeti şimdi benim vatanım.
Kaynaklar:
Chechnya
Carlotta Gall ve
Thomas De Vaal
Lev Nikoloyeviç Tolstoy (Hacı Murat)
Not: Nenem 40 yıl önce, 107 yaşında vefat etti. Annem halen sağ ve aklı başında, 106 yaşında.