Prof. Dr Cengiz Kuday - Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı
Toplumların hepsinin tarihinde savaşlar, acılar, başarılar vardır. Tarih ve toplum bilincine sahip halklar bu olayları unutmazlar. Başarılarını, sevinçlerini ve kahramanlıklarını değişik şekilde bazen şarkı, bazen şiir, kitaplar ve filmler ile bir sonraki kuşaklara naklederler.
18 ve 19. yüzyıllarda süren Kafkas savaşları biz Çerkeslerin ulusal varlığımızı da yok olma sınırına getirmiştir.
Kafkas Savaşı 1829 yılı sularında özellikle Kuban yöresinde başlatılmıştır.
Savaş, Rusya ile Osmanlı devleti arasında imzalanan 1829 tarihli Edirne Antlaşması sonrası şiddetlenmiştir. Edirne Antlaşması’nın 4. maddesine göre, Adige toprağı/Çerkesya Rusya’ya verilmiştir.
Bu hukuk yönünden yanlıştır. Çünkü Çerkesler Osmanlı devletine bağlı değildi. Rusya’ya da bağlı değildi ve bağlanmak istemiyordu.
1830 yılında çarın orduları ülkemize girdiler ve kanımızı akıtmaya başladılar.
Ulus bu acımasız düşmana karşı kahramanca direndi. Çar imparatorluğu ve onun sınırsız güçleri karşısında vatanını koruyan savaşçılar yüz yılı aşan bir süre direndiler, savaştılar, öldüler.
Biliyorsunuz, Ermeni soykırım iddiaları her nisan ayında batı toplumunda önemli bir yer kaplayan gündem oluştururken, binlercesi, yollarda bulundukları yerlerde ve gittikleri topraklarda hayatını kaybetmiş Kafkas göçmenleri hiç gündemde olmaz, hatırlanmaz bile.
Çerkesler, Abhazlar, Dağıstanlılar, Çeçenler ve diğer Kafkas halkları Ruslarla savaştı.
Bu savaşların sonucu Kafkas Halkları Federasyonu Başkanı Şeyh Şamil’in 1859 yılında teslim olmak zorunda kalması sonucu 1864’te savaş şimdilik sona erdi.
Şimdilik diyorum, bu savaş bitmedi ve bitmeyecek, hep sürecek. Yüz binlerce Kafkasyalı göçe zorlandı.
Haksızlığa, katliamlara uğrayan halkları konu edinen ödüller sahibi birçok tarihçimiz, yazarımız. Kafkas halklarının ıstırabını nedense duymamış gibi hareket ederler.
Çocukluğu Kafkas göçmeni nenesi tarafından anlatılan göç trajedilerini konu eden olayları dinlemekle geçiren bir kişi olarak her ve benim gibi...
21 Mayıs 1864’te göç başladı. Bir milyon iki yüz bin ila 1.5 milyon Kafkasyalı ülkesini terk etmek zorunda kaldı. Binlercesi zor şartlarda yollarda, denizde öldü. Osmanlı topraklarına ulaşanların binlercesi hastalık ve açlıktan kaybedildi.
Göç edenlerin büyük kısmı deniz yolu ile gelmeye çalıştı. Yolcuların büyük kısmı hastalıktan bir kısmı gemilerin Karadeniz’in dalgalarına dayanamayıp batmasıyla öldü. Ölüm korkusuyla, ne buldular ise binmeye çalıştılar. Yollarda bir kısım hasta ve zayıf yolcular, çocuklar, ihtiyarlar taşıyıcı kötü gemi sahipleri tarafından denize atıldı.
Osmanlı devleti neden Ruslarla Çerkeslerin Osmanlı topraklarına gönderilmelerine müsaade etti; yalnızca Müslüman oldukları ve güç şartlar altında oldukları için bu antlaşmayı yaptı.
Osmanlı devletinin 19. yüzyılda pek güvenilir olmamakla birlikte halkın çoğunluğunu Müslüman tebaa teşkil ediyordu. Bunların bir kısmı Türk kimliğini taşımayan Müslüman unsurlardı.
Halkın 1/3’ü gayrimüslimdi. Bu nüfusun 15 milyonu Avrupa topraklarında, 16.050.000 Anadolu’da ve Arap Yarımadası’nda, 4 milyonu Kuzey Afrika’da idi.
19. yüzyılda Osmanlı Anadolu dışında birçok toprak ve nüfus kaybına uğradı ve sonuçta Anadolu’da 2/3 oranında Müslüman unsur kaldı.
Osmanlı’nın genç ve Müslüman unsurlara ihtiyacı vardı.
Çerkes göçü bunu bir nebze değiştirebilirdi.
Yarın: Karadeniz’deki trajedi