Düşünenlerin Düşüncesi

Düşünenlerin Düşüncesi

dusunce@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Aysel Tuğluk
Aysel Tuğluk 1965, Elazığ’da doğdu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Serbest avukat olarak çalıştı. Toplumsal Hukuk Araştırmaları Vakfı Yönetim Kurulu Üyeliğinde bulundu. İnsan Hakları Derneği Üyesi ve Yurtsever Kadınlar Derneği Kurucusu oldu. XXIII. Dönem Diyarbakır milletvekilliği yaptı. 12 Haziran 2011 seçimlerinde Van ilinden bağımsız milletvekili olarak seçilen Tuğluk Demokratik Toplum Kongresi Eşbaşkanı’dır.

Gezi, Lice, derken Mısır... Zeitgeist’ın (zamanın ruhu) hızlandığı bir andan geçtiğimiz muhakkak. Bir de aynı olguyu insanların birbirinden oldukça farklı değerlendirdikleri zamanlar daima merak ve korku; umut ve endişe; keder ve sevinç kokarlar. En nihayetinde kaybedenler ve kazananlar olur. Hasadın zamanında yapılıp tahılın fırınlardan midelere yolculuğunun rutinleştiği zamanların sıkıcı güveni hızla kaybolur. Hemen herkes pozisyonu ve enstrümanlarının yarına yetmeyeceğinden korkar ve saf tutmaya başlar. Ortadoğu’da öylesi bir zamandan geçiyoruz.

YEŞİL KUŞAK
Aslında Tunus’ta başlayıp Mübarek’i parmaklıklı ranzaraya sürükleyen ve Suriye’de hem Esad’ı, hem de “muhaliflerini” batağa saplayan süreç uzun bir dalganın ilk etaplarını oluşturuyordu. İkinci etap Libya’da ABD büyükelçisinin öldürülmesiyle başladı. Asıl etkisini ise, Haziran 2013 boyunca gösterdi. Hikâyenin çok tekrarlanan kısmı herkesçe biliniyor; 1979’da Sovyetler’in Afganistan’ı işgali ve CIA’nın “yeşil kuşak” stratejisi siyasal İslam’ı örgütlemesinden söz ediyorum. Akabinde “radikal İslam”, “ılımlı İslam” ayrımı üzerinden neo-liberal hamlenin etki alanı azamileştirilmeye çalışıldı. AKP ve Müslüman ülkelerdeki müadilleri 2001 ikiz kuleler saldırısı sonrasındaki bu “ılıman-radikal” ayrımına dayalı strateji üzerine kendilerini konumlandırdılar. Neo-liberalizm oldukça saldırgan bir hareket yürüttü. Ekonomik olarak sermaye önündeki engellerin ve kontrol mekanizmalarının hızla tasfiye edilmesi hedefi politik olarak “ya bizdensiniz, ya da düşman” biçiminde ifade edilmişti. Demokrasi “önleyici saldırı” ile münavebeye sokulmuş bir sayım ve kamuoyu yoklaması-oluşturulması taktiği olarak yeniden kurgulandı. Yalan üzerine çoğunluk kurgulamak en gelişkin örneğini BM’deki Irak sunumunda ABD Dışişleri Bakanı’nın konumunda buldu.

BÜYÜK KIRILMA
Burada belli başlı yol işaretlerini hatırlatmaya çalıştığımız bu uzun sürecin tam bir resmi ileride daha iyi çizilebilir -olan oldu-. Hayat ile kurgu arasındaki eski uyumsuzluk yüzünü göstermekte gecikmedi. 21. yüzyılın ilk on yılı dolarken dip noktasına ulaşan ekonomik kriz bütün kartları darmadağınık bir biçimde masanın üzerine fırlattı: Kapitalizm bir kez daha sınırlarıyla yüzleşiyordu. Belki “nihai kriz”den söz edilemezdi. Ancak uzun yıllardır en iyi yaptığı işlerden kaynaklanıyordu başarısızlık: Kapitalizm yeni arzu sahaları ve nesneleri oluşturmakta başarısız kalıyordu artık. Modernizme dayattığı gayrı meşru kapatma ilişkisini sürdürmekte büyük bir kırılma yaşıyordu kapitalizm.
Aslında felsefedeki eski bir kavganın yaşamın her alanına sirayet ettiği istisnai bir zamandan geçtiğimizi söylemek abartı olmasa gerek. Materyalizm ile İdealizm arasındaki kavga, reel dünya ile sanal dünya arasında cereyan eden sosyal hayattaki çatışmaya izdüşmekte; reel ekonomi ile finans arasındaki gerilimde hayat bulmakta; ve katılımcı demokrasi ile temsili demokrasi arasındaki çatışma da politik alana sirayet etmektedir. Yani modernizm bir yol ayrımındadır. Kapitalizm etkisinden kurtulup gerçek bir ekonomiye, katılımcı bir demokrasiye ve sahici bir aşka kavuşabilecek mi, yoksa?
Başlarken sözünü ettiğim uzun dalga aşağı-yukarı bu unsurlardan oluşuyor. Wall Street, İndignados hareketi, Tahrir, Gezi vs. her biri belirtiğimiz bu çelişkinin dışavurmalarıdır sadece. Ortada henüz bir çözüm yok. Sadece semptomlar var. Bu semptomlara bakarak rahatsızlığı, derindeki akıntıyı okumak mümkün. Ancak bu okumanın hayatta sınanması gerektiğini akıldan çıkarmamak gerekir.

YENİ DÜNYA
İsimlendirilmesi zor olsa da hepimizin 2013 baharıyla birlikte yeni bir dünyaya uyandığını söylemekte bir beis görmüyorum. Sözünü ettiğim tarih, kapitalist sistem dahilindeki bütün çözümlerin sorunun temelini oluşturduğunun her gün bir kez daha kanıtlandığının zirvesini oluşturur. Mısır’daki darbe belki de bunun en çıplak örneğidir. Çözüm olarak ileri sürülen “ılımlı İslam” sorun oluşturmuş ve Tahrir tarihin en kalabalık gösterisine sahne olmuştur. Darbe ise, yeni bir sorun olarak milyonların emeğini kirletmeye kalkışmıştır.
Epeyce bir zamandır emperyalistlerin koridorlarında, şömine başlarında “siyasal İslam”dan “kültürel İslam’a” geçiş tartışılmakta. Mısır’da bu ayrıma gitmeleri önünde mevcut “İhvan” yönetimi engel oluşturunca darbe gündeme geldi. Yapılan darbe bu “kültürel-siyasal” ayrımının alt yapısı olarak düşünülmüş görünüyor.
Aslında Türkiye’de de bir süredir AKP içinde ve Türkiye’deki İslamcı çevrelerde yapılan tartışmalar da aynı ayrıma denk düşüyor. Bir tarafta Gül, Arınç ve F. Gülen, diğer tarafta ise mekrezinde Erdoğan’ın olduğu klasik “mili görüş” çevresi. Diğer taraf ise siyasetteki İslami söylem ve motifler yerine klasik burjuva tarzını benimseyen, dini motifleri esasen “özel alana” iten bu kesim esas olarak İslam’ı bir ibadet, akait ve ritüel sistemi olarak değil, belli ilişki ve tarzlardan oluşmuş mezhepler üstü bir tarz olarak kurgulamakta ve her halükarda neo-liberal yapıyla uyum içinde hareket ederken; diğer tarafta ise mezhepsel temele dayalı örgütlenmeleri esas alan, dini motif ve sembolleri fazlasıyla öne çıkaran, yaşamın ve toplumun her alanına müdahale eden, demokrasiyi bir fırsat geçidi olarak gören, uluslararası sermaye ve siyasal çevreleriyle uyumlu olsa da hep şüphe içinde ve şüphe altında olan bir anlayış sergilemektedir.

SAHTE GERİLİM
Aslında bu çevreleri modernizmi eksen alarak ayrıştırmak da mümkün. İlk kesim modernizmin kapitalist tarzıyla her yönüyle uyum içindedir. Kollektif ve bireysel tüm unsurlarda şirket ölçülerinin dayattığı rekabete uygun bir yapılanma içerisindeyken, İslami unsurları “kültürel bir renk” olarak ara ara sergilemekle yetinmektedir. İkinci kesim parçalıdır. Kapitalizmle ve onun şirket modeliyle tam uyum içerisindeler. Ancak modernizmin politik ve kültürel malzemesi yerine daha otoriter İslami kurumsallaşmayı yerleştirme sevdasındalar. Bu “kültürel-siyasal İslam” ayrımı önümüzdeki dönemde Ortadoğu siyasetinin merkezi bir teması haline gelecektir. Doğal olarak AKP, Müslüman Kardeşler’in Mısır ve Suriye örgütleri, İran siyaseti vb. tüm yapılar bu ayrımı bir şekilde yaşayacak. Aynı zamanda bu ayrımlar siyaset denkleminin yeniden kurulmasına yol açacak. Bunun işaret ve girişimleri şimdiden görülebiliyor. Aslında eskiden beri yaşanan emperyalist gericilik ile yerel geleneksel gericilik sahte geriliminin yeni bir yüzüyle karşı karşıyayız...
PKK’nin son barış hamleleri ve İmralı’daki çözüm kararlılığı da bütün bu büyük resim içinde anlam kazanıyor. Suriye’de ne Esad, ne de ÖSO’dan yana çıkmadan Demokratik Modernite genel anlayışı çerçevesinde Halkların Demokratik Birliği esas alınarak yerel gerecilik ile emperyalist saldırganlık arasındaki kanlı kısır döngüyü kıran seçenekle sahneye çıkılmıştır. Türkiye’de ise hiç kimsenin beklemediği bir anda Barış Hamlesi oldukça etkili ve yaratıcı şekilde gündeme konulmuştur. Temelde “Demokratik Modernite” olarak ifadelendirilen ve zengin bir içerikle doldurulan söylem ve pratikler bütünü sadece sorunların bir çözümü değil, aynı zamanda yukarda çizmeye çalıştığımız boğuntu seçeneklerine karşı da, olumsal ve sömürüyü reddeden bir özgürlük seçeneğidir.

NET HATLAR
Gezi’ye, Tahrir’e ve Suriye’ye bakıldığında bazı çok net hatlar var:
1. Halklar yaşamın her alanında demokrasi istiyor.
2. Kadınlar, gençler, emekçiler kimlikleri ve özgürlükleriyle katıldıkları modern bir hayat istiyor.
3. Kitleler çoğulcu, duygu, dil ve ilişki bakımından yeni ve eşit konumlar içeren bir siyaset arzuluyor.
4. Otoriter kişilik ve davranış kalıplarına artık hiç kimse tahammül etmiyor...
Söz konusu hatlar dikkate alındığında içinden geçtiğimiz zamanlarda kapitalist modernite ile Demokratik Modernite çelişkisinin-çatışmasının hız kazandığını söylemek mümkün. Bu dalga herkesi zorunlu olarak değiştirecek. Tahrir’deki milyonlar, Gezi’deki yüzbinler, Afrin’deki kadınlar, Lice’deki gençler, Sivas’ı anan canlar Demokratik Modernite’nin çokluğunu oluştururken; Obama, Erdoğan, Mursi, Sisi, Esad, Ergenekoncular vs. ise, kapitalist modernitenin elit-azınlığını oluşturuyorlar. Barış süreci için “yeni bir mücadele sürecidir” denilirken anlatılmak istenen de buydu.
Biz barıştan Demokratik Modernite’nin tüm haklar için inşasını anlıyoruz!

Haberin Devamı

İrtibat telefonumuz: 0212 337 92 23 email: