Sönmez Köksal
1940 yılında doğdu. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunudur. Dışişleri Bakanlığı Birleşmiş Milletler Dairesi’nde aday memur olarak diplomatlık mesleğine başlamış, daha sonra sırasıyla İkili Ekonomik İlişkiler Dairesi’nde İkinci Katip, B.M. Cenevre Ofisi Nezdindeki Türkiye Daimi Temsilciliği’nde Başkatip, Uluslararası Ekonomik İlişkiler Dairesi’nde Şube Müdürlüğü, Burgaz’da Başkonsolosluk, Paris Büyükelçiliği Müsteşarlığı, Araştırma ve Orta Doğu Dairelerinde Başkanlık, Uluslararası Ekonomik İlişkiler Genel Müdür Yardımcılığı, Bağdat Büyükelçiliği ve Türkiye’nin Avrupa Konseyi nezdindeki Daimi Temsilciliği görevlerini yürütmüştür. 09.11.1992 tarihinde MİT Müsteşarlığı görevine atanmış ve ayrıldığı 11.02.1998 tarihi itibariyle Paris Büyükelçisi olarak görevlendirilmiştir.
Ülkelerin tarihinde her gün, her yıl, her on yıl önemlidir... Ancak önümüzdeki on yılın Türkiye için en önemli zaman dilimlerinden biri olacağına dair her türlü işaretin var olduğunu söylemek mümkün...
Bu dönem aynı zamanda Türkiye’nin AB üyelik süreci düğümünün şu veya bu şekilde çözümleneceği bir zaman dilimi olacaktır. Ayrıca, bu dönemin halen ön fikri hazırlıkları yapılmaya başlanan ve Çin merkezli Asya sıklet merkezini dengelemek için ABD ile Avrupa Birliği arasında bir serbest ticaret ve yatırım alanı yaratmayı amaçlayan Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı (Transatlantic Trade and Investmeent Partnership/TTIP) ile kesişeceği anlaşılıyor. Türkiye AB ilişkilerindeki düğümün tam üyelik veya başka bir yönde çözüm bulması Avrupa-Atlantik ve Avrasya jeopolitiğinde kaçınılmaz önemli sonuçlar doğuracaktır.
Tarihi dönüşüm
Öte yandan, daha da önemlisi, yakın bölgemiz tarihi bir dönüşüm içine girmiş gibi görünüyor. Suriye’nin geleceği halen bir muamma olmaya devam ediyor. Kuveyt’in Saddam tarafından 1990’da işgali ile başlayıp 2003 yılında ABD’nin bu ülkeyi işgal etmesiyle sonuçlanan zaman kesitinde Irak Baas rejimiyle yaşanan tecrübe gözönünde tutulduğunda benzer iktidar mekaniğine sahip Şam’daki Baas rejiminin dayanıklılığı sürpriz teşkil etmemeli. O dönemle mukayese edildiğinde bölge siyasetine dönen Rusya Federasyonu, Çin gerçeği ile özgüven kazanmış İran’ın bölgede etkin aktörler haline geldiğini görüyoruz. Ancak, değişen bütün bu dengelere rağmen, kendi halkına karşı uyguladığı yok etme stratejisi er veya geç Şam Baas rejiminin yıkılma nedeni olacaktır. Sürecin daha da uzaması veya rejimin yıkılma sonrası iyi planlanmadığı takdirde gelişmelerin alacağı seyir, bütün bölgeyi şu veya bu şekilde etkileyecektir. Rejimi destekleyici dış güçlerin bu coğrafyadaki stratejik çıkarlarını kaybetmemek için kendilerine şimdiden mevzi hazırladıkları ve gelişmelerin alacağı seyre göre sonuna kadar vekalet yoluyla müdahil olmaya çalışacaklarını öngörmek gerekir. Rejimin iktidarını sürdürmesi, iktidar kalıntılarının Lazkiye bölgesinde bir Nusayri birimi oluşturması veya Suriye’de devletin tamamen çökmesi de dahil Suriye’yi her türlü senaryoya açık hale getiriyor. Böylesine ihtimallerin yaratacağı jeopolitik depremin Suriye’deki Kürtler sorununu da aşan etkiler doğurması muhtemeldir.
Bu gelişmelere, ABD’nin Irak’ı işgalinin yarattığı dramatik sonuçlar da eklenince, istikrarsızlığın kapsamının daha da genişleme ihtimalini gözardı etmemek gerekir. İşgal geriye maddi, manevi büyük kayıplar yanında yönetilmez bir anayasa ile demokrasi adına mezhep ve etnik çatışmaları körükleyen bir devlet yapısı bıraktı. ABD’nin 18 Aralık 2011 günü terketmesinin hemen ertesinde gelişen olaylar; Irak’ın içine düştüğü istikrarsızlığı daha da derinleştirdi. Başbakan Maliki’nin gittikçe otoriter ve temsil ettiği mezhep yanlısı tutumu sonucunda - Şii kıskacından kurtulmak isteyen - önce Kuzey’de Kürtleri daha sonra da orta bölgedeki sünni çoğunluğu merkezkaç dinamiklerin etkisi altına soktu. Bağdat merkezi yönetiminin dışlayıcı değil kapsayıcı, otoriter değil uzlaşmacı tutum içine girmemesi halinde, - etnik ve mezhep temelindeki - ayrışımın daha da derinleşmesi ve bunun Bağdat’dan hukuki olmasa da fiili kopuşları da beraberinde getirmesi sürpriz bir gelişme olmayacaktır.
İhtimaller ve Irak
Kendi süreci içinde zaten olumsuz şekilde gelişen Irak’taki durumu daha da dramatik kılan unsur Suriye’deki gelişmelerdir. Suriye’de iktidarın barışçıl şekilde sünniler lehine el değiştirmesi veya ülkenin bütünlüğünü muhafaza edememesi veya devlet yapısının tamamen çökmesi hallerinden hangisi gerçekleşirse gerçekleşsin bundan en fazla etkilenecek ülke Irak olacaktır. Zira Irak’ın içine düştüğü parçalanılmışlık olgusu, mezhepsel ve etnik parçaları Suriye’den gelecek etki ve şoklara daha açık hale getirmiştir.
Bölgede daha önceleri Irak deyince hemen akla gelen, ama şimdi Suriye’de de önemli bir role soyunmuş olan İran’ın Körfez’i de içine alan bu geniş coğrafyada geliştirdiği politikaları ve talip olduğu rolü yakından izlemek durumundayız. Elinde bulunan devlet altı güçlerle ve bu konudaki tecrübeleriyle İran’ın Devrim’den bu yana oluşturduğu vekalet güçlerle bölgeydeki yangını daha da genişletmesi ve sürdürmek istemesi imkan dahilindedir. Bölgede özellikle genç kuşakların öncülük ettiği demokrasi ve özgürlük arayışlarının bumerang etkisiyle bu ülkeye dönüş yapması da pekala mümkündür. İran’daki “Yeşil Hareket”in Arap Baharı denen gelişmelere öncülük ettiğini anımsamak yeterlidir. Bütün bu manzaranın geri planını oluşturan güç ve nüfuz politikaları ile ve dünyanın büyük aktörlerinin Çin dahil -ana rolü üstlendikleri enerji sorunları, hemen yanımızdaki “büyük oyunun” diğer unsurlarıdır.
Öncelikle 1984’den beri devam eden ve ülkeye her açıdan maddi manevi çok önemli faturalar çıkaran ayrılıkçı terörün sona erebileceğine dair ilk defa ciddi sayılabilecek işaretler alınmaya başlandı. 30 yıla yakın bir süredir ülkemizin yaşadığı terör - yerine getirilmesi her zaman mümkün olan maddi kayıplar yanında - asıl toplumumuzda önemli yaralar açtı. İçinde bulunduğumuz bu kritik dönemeçte yaraların kapanması ve ulusal bütünlüğün sağlamlaştırılması her şeyden daha önemli. Unutmamamız gereken bir nokta, eğer terör sona erecek ve bütünlük içinde toplumsal barış sağlanacaksa bu, ülkenin parçalanmasına karşı yapılan mücadelede verilen şehitlerimiz sayesinde olacaktır. Sorumlu herkes, evlatlarını kaybetmiş bütün ailelere ve topluma bunu çok iyi anlatmak durumundadır. Neticede bu mücadelede hayatını kaybedenler, çok az müstesna dışında hepsi bu vatanın çocuklarıdır.
Bünye sağlam olmalı
Yukarıda kısaca değinilen gelişmeler ülkemizin bulunduğu coğrafyada önümüzdeki on yılda önemli değişikliklerin yaşanacağının ip uçlarını veriyor. Balkanlar’ı, Kuzey ve Güney Kafkasya ile özellikle Ortadoğu’yu içine alan yakın bölgemizde yaşanması muhtemel jeopolitik depreme, öncü veya artçı etkilerine ancak iç bünyeleri sağlam ülkeler karşı koyabilecek ve bu dönemi hasarsız atlatabilecekler.
Demokratik hak ve özgürlüklerin geliştirilmesi ve derinleştirilmesi, hukuk ve sosyal devlet yapısının güçlendirilmesiyle ülke bütünlüğünü etkileyen etnik, mezhepsel ve ideolojik her türlü fay hatlarının gittikçe daralması ve hedef olarak yok edilmesi ihtimali, ilk defa böylesine inandırıcılık kazanmış gibi görünüyor. Süreçte, Türkiye’yi oluşturan bu topraklarda doğmuş büyümüş hiç kimsenin gene vatanını oluşturan bu topraklara olan sevgisinden kuşku duymamak sorumluluğundayız. Hepimizin amacının, gelecek kuşaklara barış içinde yaşayan, birbirinin köküne, kültürüne, inancına, fikrine saygı duyan kenetlenmiş bir Türkiye bırakmak olduğuna inanmalıyız. Doğrudur; katedilecek yol uzun ve risklerle dolu. Bir diğer doğru da bölgemizdeki gelişmelerin bu yolu daha da tehlikeli kıldığıdır.
Türkiye’nin rolü
Önümüzdeki dönemlerde ulusal bütünlüğünü güçlendirdiği ölçüde, siyasi ve ekonomik istikrarı yakalayacak bir Türkiye, terör yıllarındaki kayıplarını süratle kapatacak, vatandaşlarının refahını sürdürülebilir kılacak, uluslararası topluluktaki yerini daha da saygınlaştırarak, bulunduğu hassas coğrafyada her türlü tehdit ve riski göğüsleyebilecek, bölgesel ve küresel sorumluluklarını üstlenebilecektir.
Uluslararası ilişkilerin niteliğinin değiştiği, sosyal medyanın her türlü uygulama, bilgi belgeyi saydamlaştırdığı, küreselleşmenin böylesine yaygınlaştığı günümüzde, iç bünyemizi süratle sağlamlaştırmanın, ulusal dayanışmayı arttırmanın başlıca yolu, kurucu üyesi olduğumuz Avrupa Konseyi’nin demokrasi, insan hakları, hak ve özgürlükler, hukuk devleti gibi evrensel kurallarına sımsıkı bağlanmak, içselleştirip uygulamaktan geçiyor.
Adeta zamana karşı yarıştığımız bu tarihi dönemeçte geleceğimiz için yaşamsal olan iç barışı ve dayanışmayı sağlama sürecini, uç taleplerle, incitici beyanlarla polemiklerle, siyasi hesaplarla heba etmemeliyiz. Bu çerçevede, resmi kurum kuruluşlar yanında, özellikle STK’lara, medyaya velhasıl sorumlu her vatandaşa önemli bir rol düşüyor: Gerçekle dezenformasyonu, doğruyla yanlış bilgilendirmeyi, amaçlı yönlendirmeyle objektif yorumları ayırdetmek ve kamuoyunu soğukkanlı ve akılcı biçimde ülke çıkarları doğrultusunda bilgilendirmek ve yorumlarla beslemek yaşamsal bir önem kazanıyor.