Bilgay Duman / bilgay.duman@gmail.com - Geçtiğimiz günlerde çıkan bir ses hem İran’ın dış politikadaki saldırganlığını yeniden gündeme getirip, somut kanıt olarak ortaya koyarken hem de İran’ın Irak’taki etkinliğini ve milis gruplar üzerinden terör örgütlerine destek olmaya kadar uzanan bir çerçevede vekil unsurları nasıl kullandığını bir kez daha ispatladı. İran Devrim Muhafızlarına bağlı İstihbarat Kurumu Başkanı Hüseyin Taib’in kardeşi olan İran Devrim Muhafızları Ammar Karargahı’nın sorumluluğunu yürüten ve aynı zamanda da muhafazakar bir siyasetçi olarak tanınan Mehdi Taib’e dair yayınlanan bir ses kaydından Irak’taki Türkiye’nin askeri varlığını hedef aldıklarını açıkça ifade ettiği görülüyor. Nitekim geçtiğimiz günlerde de ABD Savunma İstihbarat Ajansı (DIA) İran destekli grupların Türk askerlerinin de bulunduğu Musul’daki Başika Üssünü hedef aldığını belirten bir rapor yayınladı. Zira İran ve İran destekli grupların sadece Irak’ta değil, Suriye’de de Türkiye’nin askeri varlığına yönelik saldırı girişimleri olduğu biliniyor. Zaman zaman Türkiye’nin Suriye’de operasyon yaptığı bölgelerde İran’a yakın Şii milis gruplarla karşı karşıya geliniyor.
Türkiye ve İran’ın her ne kadar ikili ilişkiler konusunda bir problemi olmadığı görünse de bölgesel konular gündeme geldiğin iki “rakip” ülke konumunda olduğunu söylemek yanlış olmaz. Özellikle Suriye meselesi ile birlikte bu rekabet ve karşıtlık daha da belirginleşti. Zira Türkiye ve İran Suriye meselesinde farklı konumlandı. İran vekil unsurlar üzerinden “müdahil” bir dış politika konsepti belirlemiş durumda. Irak başta olmak üzere Suriye ve Yemen gibi meselelerde mezhebi unsuru kullanarak Şiilik üzerinden hareket ederken, İsrail’e karşı Hamas’a destek veriyor. Bununla birlikte zaman zaman İran’ın terör örgütü PKK ve ilişkili örgütlerle de irtibatlı olduğuna yönelik haberler de gündeme geliyor. Hatta her ne kadar mevcut durum itibari ile ABD destekli bir yapı olsa da, Suriye rejimi ile birlikte PKK’nın Suriye kolu PYD ve silahlı kanadı YPG’nin oluşumunda İran istihbaratının rolü olduğu biliniyor. Nitekim Irak’ta da özellikle PKK tarafından kurulan Sincar’daki Yezidi ve bir kısım Sünni Arapların oluşturduğu “Sincar Direniş Birlikleri – YBŞ” isimli örgütle, İran’a yakın Şii milis grupların ortak operasyonlar yaptıkları gizli değil. Bu noktada İran’ın sahada kullanabileceği her yapı ile “pragmatik” bir ilişki biçimi geliştirdiği görülüyor. Böylece hem doğrudan sorumluluğu kendi üzerine almıyor, hem de sahada farklı unsurları kullanarak hedef ve güç dağılımı yapıyor.
Bu noktada özellikle Irak, İran için Ortadoğu’da bir harekat üssü ve tampon ülke konumunda. Zira İran, her ne kadar ABD işgali ile şekillenmiş olsa da 2003 sonrası Irak’taki Şii grupların Irak siyaseti ve idaresinin yürütücü konuma gelmesiyle Irak’ta yönlendirici güç konumuna da geldi. Burada ABD’nin bir hesap hatası yapmış olabileceğini söylemek mümkün. Zira Saddam Hüseyin dönemi boyunca İran ile güçlü ilişkiler oluşturan Iraklı Şiiler, ABD ile işbirliğinde Saddam Hüseyin’in devrilmesi konusunda rol almış olsa bile sonrasında İran ile geçmiş bağları gün yüzüne çıkardı. Böylece İran, Irak’taki yeni yapıda da önemli bir etki elde etmiş oldu. Nitekim Irak, ABD ve İran arasındaki mücadele sahasına dönüştü.
Ancak İran’ın Irak’taki bu baskıcı tutumunun mevcut durum itibariyle tepkiye yol açtığını söylemek yanlış olmaz. Zira 2019’daki protesto gösterilerinde İran’a verilen tepki halen hafızalarda. Bununla birlikte Irak’ın bu süreçten sonra dış politikada komşu ve bölge ülkeleri ile dengeli bir dış politika oluşturmaya çalıştığı da görülüyor. Ayrıca 10 Ekim 2021’de yapılan Irak Parlamento seçimlerinde de, İran’a yakın gruplar büyük bir kayıp yaşadılar. Seçim sonrasında halen devam eden hükümet kurma sürecinde de İran’a yakın siyasi gruplar azınlıkta kalmış durumda. Bunun karşısında ise Türkiye ile iyi ilişkilere sahip Mesut Barzani liderliğindeki Kürdistan Demokratik Partisi (KDP) ve Sünni grupların oluşturduğu (seçim öncesi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yaptığı görüşme ile gündeme gelen Hamis Hancar ve Muhammed Halbusi’nin öncülüğündeki) Egemenlik Koalisyonu, seçimlerin galibi Mukteda es-Sadr ile hükümeti kurmak için “Vatanı Kurtarma İttifakı” oluşturmuş durumda ve bu yapı İran’a yakın gruplarla aynı düzleme gelmekten imtina ediyor.
Bu noktada İran’ın özellikle son dönemde Türkiye ile ilişkili gruplarla karşı karşıya geldiği bir süreç yaşanıyor. Nitekim İsrail’le normalleşme sürecinin başladığı dönemde İran, Erbil’i hedef almış ve “bu saldırıdan komşu ülkeler de mesaj almalı” açıklaması yapılmıştı. Mevcut durum itibariyle de İran’ın dış politikadaki belirleyici güçlerinden biri olan Devrim Muhafızları’nın bir yetkilisinin Türkiye’yi hedef aldıklarına dair bir ses kaydının “İran medyası” tarafından sızdırılmış olması dikkat çekici. Türkiye, Irak’ın kuzeyinde yapmış olduğu “terör operasyonları” ile büyük bir etkinlik kazanmış durumda. Irak yönetimi de doğal devlet tepkisinin ötesinde, eski dönemlerde olduğu gibi, bir tepki vermiş değil. Daha da ötesinde Irak Ordusu, Türkiye’nin operasyonlarına destek verircesine, Sincar’ı kontrol etmek amacıyla, İran yanlısı Şii milis gruplarla birlikte hareket eden YBŞ’ye karşı operasyon başlatmış durumda. Bu durum İran’ın Irak’taki etkisini sınırlayıcı bir düzleme dönüşebilir. Zira Irak’taki Türkiye karşıtlarının kullandığı iki söylem vardı: “Türkiye bize su vermiyor” ve “Türkiye, Irak’ın sınırlarını ihlal ediyor”. Geçtiğimiz günlerde Irak Su Kaynakları Bakanı, Türkiye ile su konusundaki sorunların çözüldüğünü ancak İran’ın Irak’ın suyunu kestiğine yönelik bir açıklama yaptı. Böylece özellikle İran yanlısı grupların kullandıkları ilk asılsız söylem de çürümüş oldu. Mevcut durum itibariyle Irak’ın terör örgütü PKK’yı gerçek bir tehdit olarak dikkat alması ile birlikte ikinci söylem de ölüyor gibi görünüyor. Buradan hareketle, Türkiye’nin Ortadoğu’daki normalleşme sürecinde bölge ülkeleri ile geliştirdiği olumlu diyaloğun yanı sıra, Irak’taki hükümet kurma süreci ve Türkiye – Irak ilişkilerindeki olumlu süreç de dikkate alındığında, İran’ın rahatsız olduğu söylenebilir.