İnsanın yaratıldığı gün kadar eski olan tıp mesleğinde, hemcinslerine yardıma koşan hekimle birlikte bu davranışın tarzını ve icrasını düzenleyen bir ahlak anlayışının da ortaya çıktığına şüphe yoktur.
Dün olduğu gibi, bugün ve yarın da hastasının bedenine, ruhuna ve mahrem sırrına erişen bu insan tipi hekimler, tarih boyunca kutsal varlıklar olarak kabul edilmişlerdir. (Maalesef bugün bu kavramlar artık yok).
Tıp bilimi bir goblen kumaş gibidir. Goblen çeşitli renklerdeki ipek ipliklerden dokunan rengârenk bir kumaştır. Kumaşın içerisinde değerli yol gösterici bilim adamları, hastalar, teknolojiye paralel gelişen taktikler ve mesleğin kendisi mevcuttur. İplik sayısı arttıkça kumaştaki renk de artar.
Teknolojide özellikle moleküler seviyedeki gelişmeler muazzam sonuçları birlikte getirmektedir.
Tıbbın bu zengin, görkemli ilerleyişi şu günlerde bazı kafa karıştırıcı ekonomik-etik senaryolarla zarar görmüş olmasına rağmen, hepimizin birliği bu güzel mirasa sahip çıkmalıyız.
Günümüzdeki ekonomik, siyasal ve ahlaki değişiklikler yüzünden, biz hekimler özerkliklerini kaybetmiş olmaktan ve endişe verici ekonomik gelişmelerden mutsuzdurlar. Bu, rengârenk kumaşın göz alıcı dokusunda zayıflamalara neden oluyor.
Karşımıza çıkan temel soru şu: Tıp eğitimini neden alıyoruz?
Verdiğimiz cevap hayata hizmeti en çok hayatımızı kazanmakla ilgili ise fedakârlığımızı yanlış bir alan için yapmışız demektir.
Hekimlik bir yaşam şeklidir. Tıp mesleği kibirli, herkese tepeden bakan bir meslektir. (Tabii ki biz hekimler böyle düşünüyoruz).
Tanrı’nın en büyük mucizesi olan insan denen canlıya dokunma ve onun geleceği için işlem yapma şansına ve ayrıcalığına sahiptir. Fakat iyi bir hekim olmak, öncelikle iyi bir insan ve doktor olmakla başlar.
Doktoru iyi yapan belli başlı özellikler nezaket, empati ve bilinçli, doğru karar verebilme yeteneğidir.
Tıp mesleği çok isteği olan sevgili gibidir. Gençken onunla çok zaman geçirmeniz, onun ihtiyaçlarını karşılamak için gece gündüz koşturmanız gerekir.
İyi bir doktor olmak için kişilerin kendilerini her konuda geliştirmeleri gerekir; kültür ve tecrübe başlıcalarıdır.
İdeal hasta bakımı için, doğru karar verebilmek için yetenekli, altın kalpli olmak yeterli değildir. Bilimsel olmayan yardımseverlik tehlikelidir. Bunun için hekimin eğitim devamlılığı şarttır. Yeni bilgiler için, uygun kitap ve yayınlar okumak ve mezuniyet sonrası kurslara, kongrelere katılmak gerekir.
En önemli görevimiz hastalarımıza karşı, onların lehine en iyiyi yapmak için kendimizi gözden geçirmeliyiz.
Hekimlik zor bir yaşam şekli, bir o kadar da zevkli ve heyecan vericidir. Sevgiyle çalışırsanız, önce kendinize saygınız artar, sonra da Tanrı’ya bağlanırsınız. Bugün çoğu devletin ve vakıfların 84 tıp fakültesi mevcuttur. Bu sayı her gün artıyor. Binlerle ifade edibileceğim tıp fakültesi öğrencisi ve mezunu var (75 bin).
Tıp mensupları ve ilke üniversitemiz İstanbul Tıp Fakültesi ülkenin problemli günlerinde eskiden çözüm ve bilinçlendirmede hep başı çekmiştir.
Bir imparatorluğun yıkılış sarsıntıları içinde tıbbiyeli bütün topluma öncülük etmiş, Çanakkale’de bir efsane yaratmıştır. Ancak diğer yandan Milli Mücadele öncesi işgal döneminde biraz suskun kalmıştır. Bununla birlikte münferit çıkışlar yine olmuştur. Tıbbiye Mektebi’nden Sivas Kongresi’ne delege olarak gönderilen Hikmet (Savaştepe) ve Yusuf (Balkan) henüz 18 yaşındadırlar. Hikmet, kongrede manda konusu konuşulurken bizzat Mustafa Kemal’e şu tarihi sözleri söyler: “Delegesi bulunduğumuz tıbbiyeliler beni buraya bağımsızlık yolundaki çalışmalara katılmak üzere yolladılar. Mandayı kabul etmem, edemem, farzı mahal manda fikrini siz kabul ederseniz sizi reddederiz. Mustafa Kemal’i vatan kurtarıcı değil, vatan batırıcı olarak adlandırırız. Parolamız tektir. Ya istiklal ya ölüm.”
Mütareke döneminde Ermeni tehciri nedeniyle sanık olarak yargılanan Yozgat Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey, 10 Nisan 1919’da İstanbul Beyazıt Meydanı’nda idam edilmiştir. Bu idam İstanbul haklının hareket geçmesine neden olmuştur. Cenaze töreni milli bir gösteriye dönmüştü. İstanbul Üniversitesi tıbbiye talebeleri bu hareketi organize etmiş ve yönetmiştir.
İzmir’in işgalinden 5 gün sonra 20 Mayıs’ta İstanbul Üsküdar’da 30 bin kişinin katıldığı bir miting düzenlendi. Mitinge her zamanki gibi başta tıbbiyeliler olmak üzere üniversite gençliği öncülük etti.
***
23 Mayıs 1919’da İzmir işgalini protesto etmek için İstanbul Sultanahmet’te 200 bin kişinin katıldığı mitingin öncüleri yine başta tıbbiyeliler olmak üniversiteli gençlikti. Son dönemdeki değişimlere, değişen bakış açılarına rağmen tıbbiyeliler halen dimdik, ancak kendi sorunlarını çözme konusunda bir birlik göstermekten uzak görünüyorlar. Tıbbiyeli olarak 51 yılı aşkın bir süreyi geride bırakan eşim, kardeşim, ben ve arkadaşlarım genç mensuplarımızdan memleket meselelerinde daha duyarlı ve kendi sorunları için daha birlik ve beraberlik içerisinde olmalarını, geçmişteki ağabeyleri seslerini daha gür ve etkili çıkarmalarını umarız.