Düşünenlerin Düşüncesi

Düşünenlerin Düşüncesi

dusunce@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Prof. Dr. Cengiz KUDAY

Gerçek bir adalet savaşçısı: Zola


1942’de doğan Cengiz Kuday 1967’de İstanbul Üniversitesi (İÜ) Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. 1972’de Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroşirurji Ana Bilim Dalı’nda Uzmanlık eğitimini tamamladı. İÜ Tıp Fakültesi Cerrahpaşa Nöroşirurji Anabilim Dalı’nda 1978 yılında Doçent, 1987 yılında profesör unvanını aldı. 1982 ve 2006 yılları arasında Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Nöroşirurji Anabilim Dalı Başkanlığı yaptı. 1992 ve 2006 arasında İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Nörolojik Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü görevini yaptı. 1994 ve 2006 yılları arasında İstanbul Üniversitesi Senatosu üyeliğinde yer aldı. 2006 yılından bu yana Gayrettepe Florence Nightingale Hastanesi’nde çalışmaktadır.

Bu günlerde gerçek bir adalet savaşçısı Zola’nın yerinde olmak isterdim. Emile Zola yalnız bir yazı adamı olarak değil, bağnazlığa ve haksızlığa savaşan öncü bir aydın idi. O hiç tanımadığı bir mahkumun Alfred Dreyfus’un adil yargılanması için savaştı. O yalnız masum olduğuna inandığı bir insanı değil, ülkesinin geleceğini kurtarmak istiyordu.
Yirminci yüzyılın eşiğinde Fransa’yı ikiye bölen Dreyfus davası, Zola’nın La Verite en marche (Gerçek Yürüyor) adlı belgesel yapıtının temelini oluşturur. 1894 güzünde Paris’teki Alman Askeri Ataşesi’nin çöp kutusunda Fransız ordusuna ait bilgiler içeren bir not bulunur. Yüzbaşı Dreyfus’un casus olduğu dedikodusu Genel Kurmay’dan basına sızdırılır. Irkçı gazete La Libre Parole Yahudi subay Dreyfus’un casuslukla suçlandığını duyurur. Ancak yazının Dreyfus’a ait olduğunun kanıtlanması kolay değildir. Görevlendirilen bilirkişi, nottaki yazının kuşkulununkine hiç benzemediğini söyleyince, istenen yanıtı verecek yeni uzmanlar bulunur. Önyargıyla hazırlatılan raporlara dayanılarak, Dreyfus’a karşı vatana ihanet suçlamasıyla dava açılır. Bu raporların suçlunun cezasını çekmesine yetmeyeceğini düşünen İstihbarat Müdürü Albay Sandherr, Dreyfus’un suç dosyasını kabartmak için düzmece belgeler hazırlatır. Binbaşı Henry sanığın yazısını taklit eder; Binbaşı duPatty de Clam da bunları açıklayıcı bilgilerle donatır. Savaş Bakanlığı bu dosyayı gizli damgasıyla askeri mahkemeye ulaştırır. Savcı, iddianameyi bazı varsayımlara dayandırır: “Dikkat çekecek kadar güçlü bir belleğe sahip olması”, “fazla kültürlü olması”, çok iyi Almanca bilmesi gibi özellikleri nedeniyle Dreyfus casusluk yapabilecek bir kişidir. Sanığın gittiği savlanan yerlerden getirilecek “olası tanıklar kuşkulu” kimselerdir’. Dava sırasındaysa tanıklıklar ciddiyetten yoksun, hatta gülünç bir biçimde yapılır. Sanığın suçlu olduğunu adını vermediği “şerefli bir adamın” uyarılarından anlayan Henry, bu konuda ant içerken bir eliyle de İsa’nın resmini gösterir. Kapalı oturumlarla sürdürülen hızlı bir yargılama sonunda, Dreyfus vatana ihanet suçundan mahkum olur. Yaşam boyu cezasını çekmek üzere Şeytan Adası’na yollanacaktır. Ancak daha önce bir muhafız, halkın önünde, hainin üniformasındaki apoletleri, düğmeleri söker; kılıcını kırar. Halk, bu aşağılama törenini “Yahudiler’e ölüm”, “haine ölüm”, “kahrolsun Yuda” sloganları atarak izler. Dreyfus Şubat 1898’de Şeytan Adası’na gönderilmek üzere gemiye binerken de taşkınlıklar sürer. Ailesi, basının kışkırttığı bu düşmanca ortamda Dreyfus’un suçsuzluğunu kanıtlamaya çalışmaktadır. Militan basından geri kalmamak için büyük gazeteler de kendilerini bu havaya kaptırırlar. Yüzbaşı’nın kardeşi Mathieu, Le Voltaire’de yazan Bernard Lazare’la görüşerek karşı kamuoyu oluşturmaya çabalar. Bu arada bir gazete Dreyfus’un suçunu kanıtlamak için mahkemeye sunulan gizli dosyadan bahseder. Halkı mahkuma karşı kışkırtmak için de olsa bu dosyadan söz edilmesi, Dreyfus ailesine yarar sağlar. Eşi Meclis’e bir dilekçe verir. Lazare’in yazdığı bir broşür de etkin gazetecilere ve parlamenterlere gönderilir. Bir subay hiçbir kanıt olmadan, ısmarlama bilirkişi raporları, varsayımlara dayanan bir iddianame, gülünç tanıklıklar ve sahte belgelerle vatana ihanet gibi ağır bir suçtan hüküm giymiştir.
Oyun değişmedi
100 yıl önce yaşanmış bu olay bu gün ülkemizde isimler farklı, yerler farklı, fakat çok benzer bir şekilde devam ediyor. Benzerliği şu belgede bulabilirsiniz.
Sayın Emekli Orgeneral eski Genel Kurmay Başkanını 7 Ekim 2015’te Cumhuriyet Savcılığı’na verdiği metinde o belgenin sonunda kendini suçlayanlara şöyle diyor; Ne yapacaksanız bana yapınız. Buradayız dimdik ayaktayız. Tarih ilerisini göremeyenler için acımasızdır.
Osmanlı Kürtlerinin 20. Yüzyılın başında, kendi iradeleri dışında, büyük devletlerin uyguladığı Ortadoğu politikası neticesinde; üç devlet arasında, yani Türkiye, Irak ve Suriye olarak bölünmesi Türkiye açısından, bir iç ve dış güvensizlik ortamı yaratmıştır. Bugün oynanan oyunun baş aktörleri değişmiş olabilir, ancak oynanan oyun değişmemiştir.
Irak’ın Kuzeyinde bağımsız bir Kürt devletinin kuruluşu, sadece zaman meselesidir. PKK , belki de beklemediği bir şekilde, Suriye’nin Kuzeyi’nde kendi topraklarına sahip olma ışığını görmüştür.
TSK hedef alınmıştır
Türkiye’deki etnik Kürt milliyetçileri ise, temelde iki ayrı millet olma iddiasını savunmaktadırlar. Bu ayrılıkçı bir yaklaşımdır. Bu yaklaşımın sonu; bağımsızlıktır.
Bu gelişmeler karşısında Türkiye bölgesinde güçlü olmalıdır. Bunun için yapılacak ilk iş; Türk Ordusu’nun kırılan gurur ve onurunun tamir edilmesidir. Bunun gerçekleşmesi aynı zamanda Türk Milletinin adalete karşı duyduğu güveni de tazeleyecektir.
Bir Genelkurmay Başkanı’nın özel yetkili savcılar ve hakimlerin yaptığı gibi, suçlanması, hiçbir zaman kişisel suçlama olarak kabul edilemez. Bu suçlama, gerçekte onun şahsı üzerinden Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yöneltilen ağır bir suçlamadır. Amaç; Türk Ordusu’nun gurur ve onurunun kırılmasıdır.
Onlar tarafından suçlanan Genelkurmay Başkanı ne yapmıldır?
Sadece, Atatürk’ün bir subayı olarak, O’nun “Hayat demek mücadele demektir. Hayatta başarı kazanmak, mutlaka mücadelede başarı kazanmaya bağlıdır” Sözüne sadık kalarak, yalnız görevde bulunduğu süreçte değil, hayatının son dakikasına kadar mücadeleye devam etmiştir ve etmektedir.
Eski itibarına kavuşan Türk Ordusu’nun başaramayacağı hiçbir şey yoktur.
Yine yeniliyorum; Keşke bir hekim olmak yerine aynı cesareti aynı yazı ve hitabet kabiliyetine sahip bir Zola olabilseydim. Bu gün ülkemizde yeni Emile Zola’lara ihtiyaç büyük. Keşke olsa…
Kaynaklar:
Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Gül Tekay Baysan.
Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un 7 Ekim Cumhuriyet Savcılığı’ndaki konuşması.