Prof. Dr. Yavuz Odabaşı
1949 Bafra doğumlu olan Prof. Dr. Yavuz Odabaşı, AİTİA ve İşletme Yönetimi Enstitüsü mezunudur. Devlet bursu ile ABD’de doktora eğitimini tamamlamıştır. Erciyes Üniversitesi’nin kuruluşunda görev almış, Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nde çalışmıştır.
Günümüzün önemli bir uygulaması olarak öne çıkan “fijital” sözcük olarak yakınsama, akışkanlık ve geçişkenlik özelikleri ile fiziksel ve dijital dünya arasındaki sınırsızlığı, iç içeliği açıklar. Koronavirüs sonrası dünyanın neye benzeyeceği konusunda tükenmez görüşler ve tartışmalar var. Görüşlerin bir bölümü “her şeyin kaldığı yerden devam” edeceğini, diğer kısmı “her şeyin kökten değişeceğini” ileri sürmekte.
Salgının getireceği önemli ve öne çıkan bir etkisi, tüketicilerin deneyim alanları içinde hem fiziksel hem de dijital dünyaların birliktelikleri. Buna kısaca “fijital dünya”nın oluşumu adını vermek hiç de yanlış olmaz. Bu durum, salgın sonrası oluşacak “yeni normal”in ana parametrelerinin başında olacak öneme aday görünmektedir.
YAKINSAMA VE AKIŞKANLIK
12 milyon nüfuslu, postmodern görünümlü Vuhan sanayi ve tedarik merkezi olarak bilinir. Ultra-modern yapıyla gelenekseli yaşayan, her şeyin iç içe olduğu bu kent şimdilerde koronavirüs merkezi olarak biliniyor. Ulusal ve küresel boyutta yaşanan bu kriz, aslında “ikiz kriz”; yani hem salgının yarattığı hem de onun tetiklediği arz-talep şoklarının yaşandığı bir kriz. Gerçek bilinmezdir, varsayımların, tanımlamaların , önyargıların arkasında saklanır önermesinde olduğu gibi bir Postmodern olarak da nitelendirilen koronavirüs salgınının nereden ve nasıl çıktığıyla ilgili görüşlerdeki şüpheler, spekülasyonlar, yanlış bilgilendirmeler ve suçlamalar bitmeksizin sürüyor. Her türlü bilginin, yaşanan salgın gibi, sınır tanımaması dijitalleşmenin yarattığı bir durum. Sınır tanımayan virüs, sınır tanımayan sanal dünya gibi yayılmayı sürdürüyor. Var olan dünya düzeninin, standartlarının, oyunun kurallarının değişmesi için zemin yaratıyor. Şaşırtıcı bir şekilde, bir yandan fiziksel olarak uzak, öte yandan sosyal olarak bağlantılı bir bütünsellik durumundayız.
Dijital teknoloji sadece bireysel yaşantımıza değil, dünyamıza el koyuyor, hepimizi değişime zorluyor. Başta “dijital göçmenler” olmak üzere, her kesimin “dijital göç”e başladığını söylemek abartı olmasa gerek. Dijitalleşme ve akılı cihazlar döneminde yaşamımız da dijitalleşiyor ve “kitlesel bireyselleşme” uygulanabilir durumda. Yaşanan olayların, etkinliklerin üç boyutlu olarak tam da içlerinde olabilmek ve bunu deneyimleyebilmek artık olanaklı.
Salgın döneminde konuşan dronelar ile “eve gir” çağrısı, sipariş teslimleri yaygınlaşıyor. Daha çok kişiye ulaşması için basılı kitapların, makalelerin, sanat gösterilerinin, müzelerin dijital teknoloji yardımı ile kolay erişime olanaklı olması artık vazgeçilmezlerimizden. Postmodern ya da dijital kölelik denilen elektronik bileklikler, kelepçeler, çiplerle özel ve kamusal alandaki her hareketimizin, davranışımızın ve vücudun denetlenmesi, “vatandaş puanı” ile takip olanaklı artık.
Dijital-fiziksel, küresel-ulusal, yapaylık-geçeklik, dünyevilik-ruhanilik, pazar ekonomisi-sosyal devlet gibi “karşıtlık çifti” kavramlar ve sözcüklerin artık çatışmadığı bir dünya oluşuyor gibi. Analog düşünmeye, kategorik bölünmeye olan alışkanlık bitiyor. İkiliklerin birlikteliğinin birbirlerinin garantileri olduğu bir dünyaya doğru yolculuk var.
Bir tarafta “kendine yeten ülke” ve korumacılık, diğer tarafta “sınırsız bir dünya” ikilemi içinde günümüz dünyası. Tedarik zincirinin bozulması sonucu olarak, tüketim merkezleri ile üretim merkezleri de birbirine yakınlaşarak yerelleşmenin önemi gerçekleşebilecek. Pergelin bir ucunun yerellik olduğu ulusal, bölgesel ve küresel bir dünya oluşumuna hazır olmak gerekir.
YENİLENME ve ONARMA DÖNEMİ
Teknolojik olarak zaten değişmekte olan bir sürecin hızlandırılmasını ve etkinleşmesini yaşıyoruz. Onarım ve yenilenme dönemi denebilecek bir evreye geçilmesi gözlemleniyor. Oysa dünya yeni bir döneme geçmeye hazırlıklı değildi zihinsel ve davranışsal olarak. Sanki, postmodern döneme geçiş için itilmiş durumda!
Kapsayıcılık ve katılım ile toplumların ve dünyanın dışlanan yerel insanlarının etkili olabilecekleri, tüketim haklarının olduğu, tüketime erişme kolaylığının olduğu bir düzene evrilmesi kaçınılmaz görünüyor. Temiz su yoksulu 1 milyar, açlık düzeyinde 1.5 milyar insanın bulunduğu günümüz dünyasında, kaynakların %80’nini dünya nüfusunun %16’sı kullanıp tüketiyor.
“Bencillikten kısmen uzaklaşmış, sosyal meselelere duyarlı ve hak arayıcı birey olmanın çok daha önem kazandığı “post-tüketicilik”, dünyeviliğe bağlı olmaktan öte iyi bir hayat yaşamak önermektedir. Bu yeni kavram; şımarık tüketimin, sorumsuz, aç gözlü, doymaz bir rekabetçi tüketimciliğin ötesine gitmeyi ifade eder. “Kar-toplum-doğa” birlikteliğinde bir anlayış ve uygulama ahengi elzemdir. İşbirliği, iş bölümü, yapıcı ortaklıklar ve ortak eylem dönemi gerekiyor. Herkesin kendisi için anlam yaratıcı olduğu ve bunun peşinde olduğu günümüz dünyasında didaktik, biçimlendirici, yönlendirici baskılara yer kalmayacak gibi görünüyor.
Şımarıkça ve densizlikle tüketme davranışı gösterdi tüketici. Her şeye kolay ve bolca erişebildiğimiz bolluk ekonomisi içinde yaşıyorduk. Bu bolluk Endüstri.4.0 ve Endüstri 5.0 devrimleriyle giderek artacak. Oysa, “kendimizin nerede olduğu kadar, başkalarının nerede olduklarına” yönelik değerler de önemlidir. Mutlu ve iyiliklerle dolu, daha duyusal, spiritüel, estetik, bilinçli farkındalık ve özgürleştirici bir hayat önerisi sunuyor yaşadığımız bu tarihsel dönem bizlere. Bolluk içinde kanaatkar olmayı öğrenmemiz ve yaşamamız gerekiyor.