Düşünenlerin Düşüncesi

Düşünenlerin Düşüncesi

dusunce@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Prof. Dr. Hüseyin Öztürk:

1962 yılında doğan Öztürk, 1985’te İstanbul Üniversitesi Yer Bilimleri Fakültesi’nden mezun oldu. 2005’te profesör olan Öztürk 25 yıldır İstanbul Üniversitesi’nde çalışıyor. 1994’te “Altın Çekiç Bilim Ödülünü” alan Öztürk, İstanbul Üniversitesi Teknik Bilimler Meslek Yüksek Okulu Müdürlüğü ve İstanbul Üniversitesi Senatörlüğü yaptı. Halen üniversitenin Maden Yatakları Jeokimya Anabilim Dalı Başkanı olarak çalışan bilim adamı, iki dönemdir Jeoloji Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanlığı’nı sürdürüyor. 100’den fazla yerli ve yabancı araştırma makalesi, 5 kitap editörlüğü bulunuyor. İstanbul’un ve Beykoz ilçesinin çevre sorunları üzerine çalışmalarını sürdüren Öztürk, Tuzla Gölü’nün tekrar canlanmasından, İstanbul Boğazı’nda atık su arıtma tesislerinin yapılması, deniz kirliliği, su kaynaklarımızın bozulması ve kirlenmesi, deprem ve afet yönetimi üzerine pek çok kampanya yaptı.

Haberin Devamı

Ülkelerin, illerin, ilçelerin hatta köylerin sosyolojik ve güvenlik esaslı alt alanlara ayrılarak yönetilmesi bugün giderek geçerliliğini yitirmektedir. Zira nüfus artışı ve doğanın aşırı tüketilmesi, bize yeni şeyleri denememizi emrediyor. Yeni yaklaşım, yeni model havzayı esas alan bir yönetim olacaktır. Bu yönetim şeklinde afetlerden korunma, doğal kaynakları sürdürebilir kullanma, ortak gelecek -sorumluluk bilinciyle halkın veya halkların dayanışması yönetime katılması ve nihayet kardeşçe yaşama mümkün olabilecektir.

RİSKİ AZALTMA
Doğal olsun yapay olsun, afet riskini azaltma, afete karşı savunma sistemi kurma, önlemleri alma, sorumlulukları belirleme, hazır olma ve durumu izleme havza bazlı olabilir. Bu organizasyon -sorumluluk alanı, yani bir havza, bir nehrin doğduğu noktadan başlayıp denize döküldüğü yere kadar olan su toplama alanını kapsar. Yine bu havza içinde sel, heyelan, deprem, gaz çökmesi gibi doğal afetler veya baraj yıkılması, su kirliliği gibi insan kaynaklı afetlere karşı mücadele -başarı sadece havzayı esas alan örgütlenmeyle sağlanabilecektir. Çünkü doğal olsun yapay olsun, afet esas olarak havzayı izlemektedir.
Örnek verelim, İstanbul’da 2009 Eylül’ünde Ayamama Havzasında yaşanan sel felaketinin sebebi havza sahibinin kim olduğunun, havzadaki sorumluluğu kimin aldığının bilinmemesiydi. Ayamama havzasında, İkitelli tır garajında yaşanan sel felaketi iki derenin buluştuğu yerde meydana geldi. Dere kolunun birisi askeri alan içinde kalıyordu ve sivil otoriteden habersiz burada bir gölet yapılmıştı. Yağış sonrası göletin patlamasıyla ortaya çıkan su Başakşehir’den gelen sularla birleşmiş, tır garajını basmıştı. Sorun askeri alan içinde bu göleti kimin, niçin ve hangi güvenirlikte yapıldığının bilinmemesiydi. Daha da önemlisi göletin havza için nasıl bir risk oluşturacağının kaymakamından valisine ve belediye başkanına kadar hesaplanıp değerlendirilmemesiydi. Havzayı işte bu nedenle bütüncül yönetmeliyiz. Havza içindeki her şeyi doğduğu yerden boşaldığı yere kadar bütünleşik planlamalı ve izlemeliyiz.
İkitelli sel felaketiyle eş zamanlı Selimpaşa ve Büyükçekmece havzalarında da benzer felaketleri gördük. Büyükçekmece havzasında yer alan baraj yönetimini yapamadık. Barajda sular yükseldiğinde geç kaldık ve Çatalca sular altında kaldı. Bu havzadaki tarımdan gelen kirleticilerle ilişkili durumun ne olduğunu da tam bilemiyoruz. Selimpaşa’da ise inşaat atıklarını yönetemedik oraya buraya kaçak dökülen molozlar menfezleri kapattı ve Selimpaşa da sele davetiye çıkardı.
Doğal kaynakların havza bazlı yönetimi doğasının gereğidir. Başta su ve toprak olmak üzere doğal - yaşam kaynakları, doğası gereği, havza bazlı yönetime ihtiyaç duyar. Suların eve temiz olarak ulaştırma, bunları arıttıktan sonra derelere veya diğer alıcı ortamlara verme, su canlılarını koruma havza bazlı planlamayı zorunlu kılar. Görülüyor ki yaşam alanımız havzalarla sınırlanmıştır. O halde biz de havza - havza yönetim modeline geçeceğiz. Havza - havza ayrılıp, havza sorumluklarımızı bileceğiz, havza - havza yardımlaşacağız, sorumluluk alacağız ve yönetim süreçlerine katılacağız.
Yetkililer de halk da olup biteni daha kolay izleyebilecek. Yani bu yönetimde işler daha kolay, daha ekonomik, daha katılımcı ve demokratik olacak. Bu sistemde en uzun ırmak olan Nil Nehri artık Tanzanya’dan Mısır’a kadar tek elden bütünleşik yönetilecek. Kızıldağ’dan doğan ve Karadeniz’e dökülen Kızılırmak Nehrinin havzasında kalan bölge artık tek il olacak. Milletler bir havzayı kardeşçe birlikte yönetecekler ve gelişecekler. Sonlarını bunu başarıp başaramadıkları belirleyecek. Deniz kıyısındaki plaj işleten bir turizmcimiz de başarılı havza yönetiminden olumlu etkilenecek. Havzası doğru yönetilirse plajının suyu da temiz olacak. Tarım ve diğer kirleticilerin sudaki miktarı, barajlarda sağlıklı balık- su canlısı üretimimiz, bunu tüketen halkın sağlığı, yayla turizmi ve yaylalardaki yerleşimler, orman alanları ve korunması, toprak kalitesi ve kaybı, ulaşım ve kentleşme her şey havzayı izleyen bir merkezi ağda kolayca görülebilecek. Sonuç olarak havzalarımızın sahibini belirlemeliyiz. Bu artık DSİ değildir ve daha üst düzeyde yeni bir yönetim sistemi gerekmektedir. Er ya da geç, kentlerimizin, ekonominin, halk sağlığının nihayet insan yaşamının sürdürülebilirliği havza bazlı yönetim başarısına bağlı olacaktır.