Muhsin Kızılkaya
1966’da Hakkari’nin Çukurca ilçesinin Güzereş köyünde doğdu. İlk, orta ve liseyi Hakkâri’de okudu. İ.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü’nden 1987’de mezun oldu. Aynı yıl Güneş gazetesinde çalışmaya başladı. 1987-93 arasında sırasıyla Güneş, Özgür Gündem, Hürriyet ve Aydınlık gazetelerinde çalıştı. 1993’te aktif gazeteciliği bırakarak bir reklam ajansında metin yazarlığı yaptı; 2001’den beri Beşiktaş Kültür Merkezi’nde çalışıyor. 11 kitabı var. Çeşitli gazete ve dergilere yazılar yazıyor, TRT Şeş’te program, Kürtçeden Türkçeye edebiyat çevirileri yapıyor.
Milliyet’in dün tam iki sayfa, Namık Durukan imzasıyla yayınladığı, DTP heyetiyle Öcalan’ın İmralı görüşme tutanakları, sürece ilişkin birçok belirsizliği açıklığa kavuşturucu nitelikteydi. Bundan sonra bu süreçle ilgili olarak yorum yapmak, gidişatın yönünü tayin etmek daha kolay olacak. Öcalan’ın, Silvan saldırısından sonra devletin aldığı bir kararla ki bu kararın onun da işine geldiği aşikar- yalnızlığa mahkum edilmesiyle birlikte uzun bir süre “istişareye” yatmaya karar verdiği ortaya çıkıyor.
“Artık ne haliniz varsa görün” deyip hücresine çekildiğinde, özel yetkili bir savcının MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve iki MİT görevlisini, KCK operasyonları bağlamında ifadeye çağırması Öcalan’ı tekrar “sürece müdahale” etme noktasına getirmiş; görüşme notlarından bunu anlıyoruz. Çünkü bu operasyonun ucunun Başbakan Erdoğan’a dokunacağını, dolayısıyla büyük bir “darbeyle” sonuçlanacağını öngörerek tekrar hükümetle görüşmek istediğini cezaevi yönetimine bildirdiğini söylüyor. Ve bugün hepimizi umutlandıran, isterseniz adına “İmralı”, isterseniz de Başbakan’ın deyimiyle “çözüm süreci” deyin, denilen “süreç” böyle start alıyor.
Tılsımlı kavram
Tam da bu gelişmelerden bir süre önce Öcalan hücresinde “Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü” adlı bir savunma-kitap kaleme aldı. Bu kitap, daha sonra Silvan saldırısından önce “devletle barış konseyi kurma aşamasına” geldik diyerek kaleme aldığı “yol haritasının” da asıl referans kaynağıdır.
Öcalan’ın bugünkü çizgiye gelmesinde, “Beni PKK de anlamıyor” diyerek serzenişte bulunmasında bu kitabın önemli payı var. Çünkü bu kitap, bütün bir siyasal mücadele tarihinin başka bir merhaleye evrildiğinin de metnidir.
Bugünkü sürecin de kaynağı, yarın ortaya çıkacak aksiliklerin de başvuru metni olacak. Yeni süreçte artık karşımızda ne “demokratik özerklik”, ne “anadil sorunu”, ne de “korkutucu” hiçbir kavram olmayacak. Bundan sonra Öcalan ve kitlesinin ağzından en çok duyacağımız kelime “demokratik ulus” terimi olacak. Yeni “İmralı sürecinin” de kilit, tılsımlı kavramı bu olacak. Öcalan çözüm modelini bu kavram üzerine inşa ediyor çünkü.
Peki, ne demek “demokratik ulus?”
Bu terimi Öcalan, Sümer rahip devletine kadar uzatıp, tarihsel süreç içinde birçok durakta soluklanıp bugünkü “kapitalist moderniteye” gelinceye kadar bir yığın malumatla açıklamaya çalışıyor. Bütün o bilgi yığınından biz fanilerin çıkarabileceği sonucun bozuk para edilmiş hali şu şekildedir:
“Ulus devlet” bölücüdür, ayrıştırıcıdır, tekleştiricidir, çok kültürlülüğü inkar eder, emperyal amaçlar güder, sınıf çatışmasını körükler, bürokrasiyi büyütür, ötekileştirir, horlar, ezer, devleti kutsar. O halde, bu kavramın yerine bütün bu bunları ters çevirecek başka bir kavrama ihtiyacımız var. İşte “demokratik ulus” böyle bir sihirli kavramdır. En geniş anlamda kültürel birliktelik vaat eder, herkesi özgür kılar, merkeziyetçiliği yıkar, yerele önem verir. Böyle bir sistemde kimse kimseye tahakküm etmez, ticarette kar amacı güdülmez, ekolojiye önem verilir, doğa korunur, insan merkeze alınır, kadın-erkek ayrımı kalkar, her türlü etnisite bir kenara bırakılır, bütün etnik gruplar bir araya gelerek “demokratik ulusu” oluşturur.
Partilerin bir önemi yoktur, halk kongreler şeklinde örgütlenir, hepsinin üstünde “halkların demokratik kongresi” vardır, her bölge kendini yönetir, bürokrasi azaltılır, sınıf farklılıkları giderilir, çok kültürlülük esas alınır, devlet her şeyden elini ayağı çeker, sivil alan alabildiğine genişler.”
Peki bu ideal sistemin bugünkü dünyada karşılığı var mı? Evet var, misal 1919-24 Türkiye’si böyle bir “demokratik ulus” modeline girişi vaat ediyordu. Aynı şekilde bugünkü AB modeli, bir zamanların Fransası, AlmanyasıÖ Eğer “ittihatçı zihniyet” 1920’lerde bir darbeyle Mustafa Kemal’in fikrini “akamete” uğratmamış olsaydı, belki de biz bu sorunların hiç birisini yaşamayabilir, Mustafa Kemal eliyle kurulan “demokratik ulus” modeliyle bütün sorunlarımızın üstesinden gelebilirdik.
Peki, bugün bu treni kaçırdığımıza göre bu sistemi nasıl inşa edebiliriz?
Marksist-Leninist referanslarla hayatına başlamış olan PKK, reel sosyalizmin “ulus devletin bürokratik tahakkümüne” yenilmesiyle birlikte, Öcalan da sosyalizmin krizine bir çare aradığını söylüyor. En sonunda bulduğu “demokratik ulus” bu çarenin ta kendisidir.
“Demokratik ulus” modeline iki şekilde ulaşılır. Birinci yol “devrimci halk savaşıdır.” PKK kuruluşundan Öcalan’ın yakalandığı güne kadar bu yolu denedi. Kendisinin yakalanmış olması, bir nevi bu yolun tıkanması anlamına da geldi. Onun için oturup önce “demokratik Cumhuriyet” tezini ortaya attı. Aslında Demokratik Cumhuriyet, “demokratik ulusun” bir sonucudur.
“Devrimci Halk Savaşının” başarısızlık getirirse eğer, “demokratik ulus” modeline ulaşmanın ikinci yolu denenir. Bu yolun adı da “Anayasal” çözümdür. “Anayasal çözümün esası da “eşit yurttaşlık”tır. O halde şimdi formülü şöyle yazabiliriz: “Demokratik ulus modeli bir anayasayla güvence altına alınırsa, bir ülkede ne kadar etnik, dinsel, cinsel, inanca dayalı farklılık varsa, hepsi eşit yurttaşlık temelinde bir arada, özgürce yaşama imkanına kavuşacaklar.”
Görüşme notlarında Sırrı Süreyya’nın ısrarla “sizin durumunuz ne olacak Başkan?” sorusuna önce hiçbir cevap vermeyip daha sonra “Bu iş bittiğinde hepimiz özgürleşeceğiz” demesi bu yüzdendir.
Peki niye şimdi?
“Demokratik ulus” modelinin “anayasal çözümünde” silahlı mücadeleye yer yoktur. Eğer yurttaşların “ezici bir çoğunluğu” bu modeli inşa etmeye destek veriyorsa, şiddet miadını doldurmuş demektir. Öcalan, gelinen noktada örgütün verdiği “silahlı mücadeleyi” zaten beğenmiyordu. Bu tür “gerillacılığın” sonuç getirmeyeceğine inanıyordu. Silvan saldırısından sonra, örgütünün “devrimci halk savaşı” için son bir hamle yapmasını da kendilerine verdiği son krediydi. Eğer bu sefer de “devrim yapamazlarsa” bu kez vakti geldiğinde, kendi buluşu olan “demokratik ulus temelinde anayasal çözümünü” devreyle sokacaktı.
Şimdi devrede olan budur!
Peki, niye şimdi? Tarihsel süreçler bazen tuhaf karşılaşmalara yol açar. AK Parti’nin getirmek istediği anayasal düzen, birçok bakımdan Öcalan’ın kafasındaki modelle örtüştü. Ancak bir sorun vardı. Ak Parti Öcalan’a güvenmiyor, Öcalan da AK Parti’yi muktedir görmüyordu. Birçok hadise, iki tarafından birbirini sınaması getirdi. Şimdi geldiğimiz noktada en azından “kerhen” bile olsa “güven bunalımı” aşılmış durumda. Şimdi Osmanlı’nın son demlerine kadar bu memlekette yaşayan “ortak bilgelik” yeniden canlandırılabilir. Vatandaşlık tanımında “özgür irade” kavramı eklenerek yeni bir tanıma gidilebilir. Yerel yönetimler güçlendirilerek sivil toplumun alanı genişleyebilir. İnanç gruplarına eşit mesafede durulabilir. Alevilerin sorunları halledilebilir. Kürtlerin kimliklerinden mütevellit hakları tanınabilir. Laiklik yeniden tarif edilebilir. Hatta ABD tipi bir başkanlık sisteminde bile uzlaşılabilir.
Hazır “ümmet” fikrine uzak durmayan bir anlayış iktidardayken “İslama” vurgu yapılabilir. Listeyi bir hayli uzatmak mümkün... Bütün bunlar yapıldığında, hapishanelerin kapıları kendiliğinden açılır, silahlı mücadelenin de hiçbir anlamı kalmaz.
İşte Öcalan’ın kafasındaki çözüm modeli aşağı yukarı böyle bir modeldir. Bakıldığı zaman bu model pek ürkütücü, pek irkiltici de gelmiyor. Kime sorsan hemen hemen herkesin üç aşağı beş yukarı mutabık kalacağı ilkelerdir.
Öcalan’ın kafasındaki bu model, yeni ortaya çıkmış bir şey olmadığı için de, örgütün içinde kimse çıkıp “başbakan, başımıza yeni icat çıkarma” diyemez. Bu tezler örgüt içinde birkaç yıldır uzun uzun tartışılmış ve formüle edilmiş zaten. Üzerine yüzlerce makale yazılmış. Öcalan’a kalan şimdi örgütüne, başarısız olan “devrimci halk savaşı” çözüm modelinden, “Demokratik ulus temelinde anayasal çözüm” modeline geçtiklerini anlatmak.
Şu anda Kandil’de, Avrupa’da ve Diyarbakır’da yapılan toplantılarda “Önderliğin bu yeni talimatı” konuşuluyor. KCK Sözleşmesi tek başına Öcalan’a bir aşamadan başka bir aşamaya geçiş yetkisini veriyor zaten. Dolayısıyla kararları tartışılabilir ama “veto” edilemez.
Namık Durukan’ın Milliyet’te çıkan haberini şimdi bu yazıyı okuduktan sonra bir de bu gözle okuyun derim.
İrtibat telefonumuz: 0212 337 92 03. Mail adresi:dsazak@milliyet.com.tr