Kasım 1914 ile Ocak 1916 arası olağanüstü yoğunlukta yaşanan Çanakkale Savaşları’nda taraflar büyük kayıplar verdiler.
Çeşitli cephelerde süren Dünya Savaşı, Anadolu’yu tüketmiş, göç ve yoksulluk beraberinde salgın hastalıkları getirmişti. Osmanlı entelektüel zümresinin yetiştiği üç ana kurum olan harbiye, mülkiye ve tıbbiyenin öğrencileri de silah altına alınmıştı. Toplumun tüm sınıflarının katıldığı Çanakkale Savaşları, Mustafa Kemal’in “Biz Anafartalar’da bir Darülfünun gömdük” sözlerinde özetlendi.
1915 Çanakkale: 25 Nisan’da gece yarısından sonra Anzaklar İngilizlerle birlikte Arıburnu’nda Gelibolu’ya çıktılar. Yamaçtan aşağı inen bir grup Türk askeri ile bir süngü hücumu yaşandı, çok kayıp verildi; çıkartma yapılan sahil 50 m açığa kadar kırmızıya boyanmıştı.
‘Öyle kanlı olacaktır ki’
O döneme baktığımızda, savaşı izleyen Sunday Times muhabiri E. Ashmeod Bartettle’ın yazılarında bu harekâta bir haçlılar havası verecek kadar ileri gittiğini görürüz. Şöyle demektedir savaş muhabiri: “Son Haçlı seferinden beri ilk defadır ki Batı, Doğu’ya yönelmiş bulunuyor. Hıristiyanlık âlemi Fatih Sultan Mehmet’in 29 Mayıs 1453 uğursuz tarihinde Bizans İmparatorluğu’na indirmiş olduğu şiddetli darbenin öcünü almak için toptan hareket etmiş bulunuyor. Birkaç gün içinde kanlı savaşlarla karşılaşacağız ve öyle kanlı savaşlar olacaktır ki sonunda Ayasofya ya Hıristiyan âleminin eline geçecek yahut hilal üst-başları kanlara bulanmış yeniçeri askerinin başında olarak 29 Mayıs 1453 uğursuz tarihinde İstanbul’a zaferle girdiği günden daha fazla şan şerefe kavuşacaktır.”
25 Nisan’dan itibaren Anzakların tuttuğu üçgen biçimindeki toprak parçası 1.5 mil uzunluğundaki tabanı denize dayanmakta, ucu ise kıyıdan 900 metre uzaklıktaki Sarıbayır eteklerine kadar uzanmaktadır. Türk siperleri ile Anzak hattı arasındaki uzaklık bazı yerlerde 10 metreden azdır. Avustralya siperlerinin hemen arkasında dik bir yar doğruca denize inmektedir.
Enver Paşa’nın 11 Mayıs’ta Çanakkale cephesine yaptığı ziyarette 5. Ordu komutanı Liman von Sanders ile birlikte büyük bir taarruz kararlaştırılmıştı. Kuzey grup komutanı Esat Paşa’nın taze kuvvet olarak kullanılmak üzere istediği ve çoğu gönüllülerden oluşan 2. tümen İstanbul’dan hareket ettirilmiş, 13-16 Mayıs’ta Akbaş iskelesine, buradan da bir süre sonra Kuzey grubu emrine girmek üzere, önce Sarafim çiftliğine gönderilmişti.
19 Mayıs genel taarruzu arifesinde Kuzey grubu birlikleri, Arıburnu mevzilerinde kuzeyden güneye doğru 19. 5. ve 16. Tümen olarak sıralanıyordu. Yeni katılan 2. Tümen asıl taarruz gücünü oluşturacak ve başlıca vurucu kuvvet olacaktı. Ayın 18’inde toplanan Esat Paşa komutasındaki 42 000 kadar askerle 19 Mayıs sabahı 3.30’da hücum emri verildi. Plan, şafakla birlikte yapılacak büyük bir baskın taarruzu ile bir darbede Anzak köprübaşını yok etmekti. Birlikler sessizlik içinde Legge Vadisi’nde toplanmışlardı ama eşine kolay rastlanmayan berraklıkta bir sabah olduğundan, binlerce süngünün pırıltısı saat 3’ten hemen sonra Avustralya ileri karakolları tarafından görülmüştü. Türk birlikleri yaylanın zirvesine tırmandıklarında bir kurşun fırtınasıyla karşılaştılar. Saat 03.30’da koordinasyondan mahrum bir muharebe bütün şiddetiyle devam etmekteydi. Hücumlardan biri erirken, cephenin diğer bir kesiminde bir başkası başlıyor ve korkunç bir katliam yaşanıyordu. Öğle vakti muharebeye son verildi ancak verilen zayiat 51’i subay olmak üzere 3420 şehit, 97’si subay olmak üzere 6064 yaralı ve 486 kayıptır ki zayiat genel toplamı yaklaşık 10 000’i bulmuştu. 18-19 Mayıs 1915 hücumu hakkında Liman Von Sanders “Türkiye’de Beş Sene” isimli hatıratında şu satırları yazar: Mamafih mezkûr taarruzu benim tarafımdan ihtiyar olunmuş bir hata telakki ederim...
Çoğu dönemedi
O dönemde İstanbul’da hiçbir gazete 19 Mayıs günü Anzak mevzilerinde gerçekleşen korkunç kıyıma yer vermemekte, Harbiye Nezareti de cepheden her gün artan miktarda gelen yaralının kente gece yarısından sonra, sokakların ıssız olduğu saatlerde sokulmasına özen göstermektedir. Birçok büyük okul binası hastaneye çevrilmiş, Tıbbiye binası da “Askeri İhtiyat Hastane” haline getirilmişti. 2. Tümen’le Çanakkale’ye giden gönüllülerin çoğu geri dönemedi...
Çanakkale Savaşları’nda yitirilen çoğu eğitimli gençlerin sayı ve nitelikleri bugün hala tam olarak bilinmemektedir. Üniversiteliler olarak karanlıkta kalan bu noktaları gün ışığına çıkarmak, bu savaşların araştırılması gereken belki en önemli yönüdür ve henüz ödenmemiş bir vefa borcudur. Çanakkale’de doğan ve Milli Mücadele’yi tetikleyen bu ruha bugün de ihtiyacımız vardır, gelecekte de ihtiyacımız olacağı kesindir.
Karşı cepheden baktığımızda, Anzakların yenilgiyle biten bir savaşı destanlaştırmalarını, bir yenilgiden bir “millet olma ruhu” yaratmalarını ve bu uzak topraklara hiç bitmeyen bir vefa ile her 25 Nisan’da gelişlerini izleriz. Gelibolu’da her yıl Anzakların torunlarını karşılayan bizler 1915’in 25 Nisan’ında topraklarımızı savunduğumuzu, büyük kayıplar verdiğimizi ve onlar için henüz “Abdül” olduğumuzu ise ne yazık ki hiç hatırlamayız ve 25 Nisan’ı yalnızca bir “Anzak Günü” olarak kutlamayı (!) kabullenir gideriz... Sahilleri kan kırmızı boyayan şehitlerimizi unutur gideriz... Bu anlamda, İstanbul Üniversitesi olarak Tıbbiye Şehitleri adına başlattığımız, sonraki yıllarda gelenekselleşerek tüm üniversite gençliğini kucaklayan ve geçmişiyle buluşturan bir noktaya gelen 18-19 Mayıs Çanakkale ziyaretleri Çanakkale ruhunu canlı tutmak adına büyük değer taşımaktadır.
Çanakkale savaşları Balkan Savaşı’nda Türk ordusunun başına geçirilen çuvalın çıkarıldığı savaşlardır. Atatürk’ün yıldızının parladığı savaştır. Atatürk’ün bazılarının deyimiyle Çanakkale savaşlarında herhangi bir yarbay olmadığını gösteren savaştır.
Kaynaklar:
1- Alan Moorehead - Gelibolu (sayfa: 155- 194)
2- Birinci Dünya Harbi’nde Türk Harbi, V. Cilt (sayfa: 78)
3- RR James - Gelibolu harekâtı, (sayfa: 259 - 261)
4- Süheyl Ünver - Modern Tedavi Mecmuası, 1951 (sayfa: 132)