Bütünşehir Yasası ile büyükşehirlerdeki 16 bin köyün tüzel kişiliği kaldırılarak her biri mahalle haline getirildi. Anayasa Mahkemesi iptal etmezse, yasanın Anadolu köyleri ve kültürüne faturası ağır olacak. Tüm mal varlıkları belediyelere devredilecek. Köyler mahalle olduğu için küçük ölçekli hayvancılık imkansızlaşacak
Anadolu, ideolojik safların arasına itile itile çok yoruldu. Yüzünü güneye çevirdiler olmadı. Sonra batıya, bir dönem kuzeye ve doğunun uzağına, sonra yine güneye. Olmadı. Sayısız zulüm verdiler. Yine olmadı. Ne yana çevirseler, ne kadar çok ezseler, Anadolu köklerini bırakmadı. Kendisi gibi düşündü, hep saf kaldı. Saf tutmadı.
Çünkü... Anadolu’nun kendisi bir düşünürdür. Üzerine yapıştırılan tüm ideolojilerin ana fikirleriyle binlerce yıldır tanışık, bu nedenle, hepsiyle de barışıktır. Hiçbirine dönüşmez. Hiçbirini düşman edinmez. Hiçbir merkezi kutsamaz.
Yüzyılı aşkın bir süredir, Anadolu’nun kendisinin bir düşünür olduğunu göremiyoruz. Böyle olunca, doğamızdan gelen düşünme, teorik bilginin esiri oluyor. Bir yanda köyler, şehirler kuran halkın öz düşüncesi, öte yanda devletin ve şirketlerin yapılandırdığı resmi bilgi.
Gel zaman git zaman, Anadolu düşüncesinin ve kültürlerinin üstü kat kat örtüldü. Bunların mirasçısı Anadolu halkları ise resmi bilginin altında ezilerek kimi zaman kendi gözünde bile değersizleşti. Köyler, kasabalar, tarihi ev ve sokaklar tek tek boşaldı. O sokakları inşa eden çıraksız ustalar birer birer öldü, ama bu durumu pek kimse fark etmedi. Resmi bilgi, o ustaların taşıdığı binlerce yıllık birikimi tanıyıp geleceğe aktaramadı.
Aynı şey tarımda, müzikte, edebiyatta, sağlıkta, masallarda, oyunlarda, kısaca yaşamın her alanında yaşandı. Hasankeyf’ten, Çatalhöyük’e, oradan İstanbul’a ve dünyanın dört bir köşesine uzanan düşünme köprüleri arka arkaya yıkıldı.
Köy, kök ve tohum
Köyler, sayıları azalıp birbirinden kopmuş olsalar da, bu toprakların öz düşüncesini yaşatan belki de son yerleşim yerleri. Binlerce ada şeklinde Anadolu’ya yayılmış köyler, köklü bir kültürün yeniden yeşermeyi bekleyen tohumları gibi. Tam da bu nedenle, köyler olmadan geçmişle geleceği yeniden birbirine bağlamak neredeyse imkansız.
Köyler aynı zamanda bilginin hiç kimsenin tekelinde olmadığı bir geleceğin teminatı. Çünkü resmi eğitimin tersine köylerde yaşam ve bilgi aynı anda ve iç içe üretiliyor. Düşünce, hiçbir kalıba dökülmeden ve hatta yazılmadan, yaşamın içinden süzülerek geleceğe taşınıyor. En yalın haliyle, çıkar gözetmeden...
FATURASI AĞIR
Hal böyleyken, yeni Bütünşehir Yasası ile büyükşehirlerdeki 16 bin köyün tüzel kişiliği kaldırılarak her biri mahalle haline getirildi. Eğer Anayasa Mahkemesi iptal etmezse, yasanın Anadolu köyleri ve kültürüne faturası ağır olacak.
Yeni yasayla köy muhtarlıklarının kendi yaşam alanlarını yönetmekle ilgili hiçbir yetkileri kalmadığı gibi, tüm mal varlıkları belediyelere devrediliyor. Köyler mahalle olduğu için küçük ölçekli hayvancılık imkansızlaşıyor ve hayvansal üretim tümüyle şirketlerin eline geçiyor.
Her şeyden önemlisi, bu yasaya göre köylerdeki gündelik yaşamı kadim Anadolu düşüncesi değil, resmi bilgi belirliyor. Köy arazileri, TOKİ’ye ve öteki yatırımlara açılabiliyor, küçük ölçekli tarım tümüyle zorlaşıyor ve fazlası... Özetle, doğanın düşünmesi, bir kez daha plastik yaşam tarafından örtülüyor.
Aslına bakarsanız bu yasa bir toplumun kendi kökleriyle çatıştırılmasından başka bir şey değil. Hangi çatışma bundan daha tehlikeli olabilir? Bir yanda sen, karşı yanda köklerin!
Geleceğin köyleri
Geçtiğimiz günlerde İzmir Seferihisar’daki dokuz köyün tamamı Bütünşehir Yasası’na karşı örgütlendi ve Geleceğin Köyleri Hareketi’ni başlattı. Köylülerin hareketine ilk destek Seferihisar Belediyesi ve İzmir Barosu’ndan geldi.
Seferihisar köylüleri adına bir manifesto okuyan Turgut Köyü’nden Aylin Bostan şunları söyledi: “Yeryüzünün ilk köyünün kurulduğu bir coğrafyada binlerce köyün üzerini tek bir cümleyle çizmek mümkün mü? Değil elbette. Köy olmazsa şehirde ne yiyebiliriz? Fabrikasyon sebze ve meyveleri mi, yoksa büyük şirketlerin GDO’lu ürünlerini mi? Biz, köy olma hakkımızı anayasal güvence altına almak için bir araya geldik. Köy yoksa geleceğimiz de yok!” İzmir Seferihisar’dan başlayan harekete, kısa sürede Karaburun, Ödemiş ve Tire köyleri de katıldı. Köyler bu mücadelede yalnız kalmamalı. Çalışma alanı ne olursa olsun, tüm sivil toplum kuruluşları Anadolu köylerinin yanında durmalı.
Eğer iptal edilmezse, yeni yasanın maliyetinin hepimize çok ağır olacağını biliyoruz. Öte yandan, içimdeki ses diyor ki... Bu yasa da asıl maksadına ulaşamayacak. Anadolu bu yasaya rağmen yine saf tutmayacak, yüzünü belirli bir yöne dönmeyecek. Anadolu, Anadolu gibi kalacak. Binlerce yıldır, hem ermiş, hem de çocuk olabildiği gibi...
GÜVEN EKEN
1996 yılında Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. Doğal Hayatı Koruma Derneği (DHKD) üyesi olarak geçirdiği üniversite yıllarında Ege Kuş Gözlem Topluluğu’nu kurdu. Gediz Deltası’nda ayrıntılı bir kuş araştırması yürüttü. Tıp doktoru olmasına rağmen yaşamını doğaya vakfetmeye karar verdi ve ekoloji alanında ODTÜnde başladığı doktorasına Wageningen Üniversitesi’inde (Hollanda) devam etti. Doktora çalışması kapsamında geliştirdiği “Önemli Doğa Alanları” yaklaşımı kısa sürede dünyada geniş kabul gördü ve korunması gereken doğal alanların belirlenmesinde bilimsel bir standart haline geldi. 2001’den bu yana Atlas dergisinin Doğa Editörüğü’nü de yürütüyor. İki kitabı ve 200’ü aşkın yazılı yayını bulunan Eken, halen Doğa Derneği Yönetim Kurulu Başkanlığı görevini yürütüyor.