Bağlamına göre tanımı değişmekle birlikte, en genel anlamıyla siyaset; örgütlü bir yapıyla, toplumun tümü için bağlayıcı kararları alma ve uygulama sanatıdır. Hükümet etmek anlamında da toplum ve devletle ilgili faaliyetlerin yürütülmesidir. Dolayısıyla da devlete ait kurum ve süreçleri ifade eder. Bununla birlikte, İktidarı ele geçirmek amacıyla sosyal, ekonomik ve kültürel alanları kapsayan çeşitli proje ve modellerle, toplumsal kesimlerin mutabakatını temin etmek, etkilemek ve ikna etmek amacıyla girişilen faaliyetler bütününü de siyaset olarak tanımlamak mümkündür. Özetle, politika ya da siyaset; bir grup insanı ortak bir hareket tarzında hemfikir kılmak üzere yapılan söylem ve eylemler bütünüdür.
Çok farklı tanımlanma biçimi olmakla birlikte, bilim; materyal ve fiziksel evrenin davranış ve doğasının; gözlem, deney ve ölçüme dayalı olarak sistematik bir yaklaşımla incelenmesi ve bu olguları, genel olarak tanımlamak için yasaların oluşturulmasıdır. Başka bir deyişle küresel bir insan çabası sonucu elde edilen sistematik bilgidir.
Bilimin özü
Peki, bilim ve siyaset arasındaki ilişki nedir?
Siyaset, özü itibarı ile, toplum kesimlerinin; ortak bir eylemde hemfikir olmalarını sağlamakla ilgilidir. Bu olgu, karar vermede, meşruiyetin kaynağı konusunda önceden fikir birliğine varılmasını gerektirir. Öte yandan, mevcut siyasi sistemlerde, tamamen rasyonel ve kanıta dayalı meşruiyet kaynağı da maalesef yoktur. Hepsi de bir şekilde az ya da çok, tartışılması mümkün olmayan, dogmatik yaklaşımlara başvururlar. Din ve inanç değerleri, doğası gereği dogmatiktir. Bu tabu kabul edilen özelliği nedeniyle, yönetimler tarafından çok rahatlıkla ve sıklıkla politik meşruiyet kaynağı olarak tercih edilmektedir. Benzer şekilde, çoğu zaman ideolojiler de dini doğma düzeyinde, meşruiyet kaynağı olarak kullanılmaktadır.
Teokratik veya ideolojik devlet yapılarında; dogmaya dayalı oluşturulan anayasalar; tartışılamayan, sorgulanamayan bir otorite kaynağı olarak görülmektedir. Halbuki bilimin özü, felsefesi ise tartışmak, yorumlamak ve soru sormaktır. Doğal olarak, meşruiyetini bir şekilde dogmadan alan politika ile sorular gerektiren bilimin çatışması çoğu zaman kaçınılmazdır. Tarihsel perspektiften bakıldığında; bu çatışmanın; özellikle de arazi, arsa, maden doğal kaynak başta olmak üzere her türlü kıt ekonomik varlığın, büyük oranda bireyin yerine, devletin mülkiyetinde olduğu ülkelerde çok daha şiddetli yaşandığı da bilinen bir gerçektir.
Bilimle çatışma
Kaçma, kurtulma şansı olmasına karşın, savunmasında, jüriyi nabızlarına uygun şekilde ikna etmeyi seçmemiş, onlara yalvarmamış, bilim dışı davranmamış olan sorduğu sorularıyla kamu düzenini bozduğu gerekçesiyle yargılanan Sokrates’in, baldıran zehiri içmeyi tercih ettiği, Dünya’nın döndüğü iddiasından vazgeçmeyen Galileo’nun, Papa tarafından ciddi baskılara maruz kaldığı, Mendel genetiğinin, ideolojiyi dogmatik olarak esas alan Stalin yönetiminde nasıl bastırıldığı, bilinen gerçeklerdir. Günümüzde de bilimi baskılama, vesayet altına alma, araçsallaştırma girişimleri; ABD gibi liberal demokrasilerde de, bizim gibi devletin ekonomideki mülkiyetin hakimi olduğu ülkelerde de vardır. Bizim gibi ülkelerde; ister merkezi, ister yerel düzeyde olsun, iktidarlar; ekonomik kaynakların yandaşlara dağıtılabilmesine fırsat veren mülkiyet sistemi nedeniyle, bilimi vesayet altında tutmakta, araçsallaştırmakta yarışmaktadırlar. Kanal İstanbul, Covit-19 salgını gibi tartışmalarda olduğu gibi; düzeysiz tartışmacılar aracılığı ile bilim araçsallaştırılmak suretiyle siyasi üstünlükler kazanmanın, yönetim stratejilerinin, ayrılmaz bir parçası haline getirilmektedir. Esas itibarıyla, bilim; sadece dogma zayıf olduğunda güçlü olabilir. Politik sistemler; meşruiyet kaynağı olarak dogmaya dayandığı sürece, kaçınılmaz olarak bilim ve bilim insanlarıyla çatışacak, onları bastırmak ya da vesayeti altına almak için harekete geçecektir.
Halbuki yaşamakta olduğumuz Covit-19 salgını göstermiştir ki bilim; doğruluk alanıdır ve tekrarlayıcı sistemle, deneyimlere yönelik gözlemlere dayanır. Korku ve kaygılarımızı giderecek en önemli araçtır. Tıpkı dünyanın her yerinde azot ve oksijenin belirli yüzdelerle karışımı olarak biline hava gibi. Gerek 1 ve 2. Dünya savaşları, gerekse soğuk savaş dönemleri, dünya siyasetinin bilim tarafından nasıl etkilendiğine en iyi örneklerdir.
Sonuç olarak, ister iktidar, ister muhalefet olsun, siyaset kurumu; bilimi vesayeti altına alma girişimine sapmadan, araçsallaştırmadan, amaçları doğrultusunda değerlendirmelidir. Ülkemizi, Büyük Önderimizin de hedeflediği “Çağdaş Uygarlık” seviyesine çıkaracak da bu yaklaşım olacaktır. Umarım öyle de olur. Çünkü “Dünyada her şey için; medeniyet için, hayat için, muvaffakiyet için en hakiki mürşit ilimdir, fendir. İlim ve fennin haricinde mürşit aramak gaflettir, cehalettir.”