Prof. Dr. Cengiz Kuday
Tanrı her insana bir aygıt vermiş (beyin), fakat yazılım vermemiş. Bunu kişinin kültür ve bilim aracılığıyla kendisinin geliştirmesini istemiş. O yüzden, yazılımın çeşit ve kalitesine göre her insanın beyni farklı tepki verir. Dünyada kaç insan yaşıyorsa o kadar farklı beyin vardır. Hastalıklara karşı da reaksiyonları kişiden kişiye değişir (kültür ve inanç farklılıkları).
Kafa travmalarında aynı şiddette bir darbeyle kişilerde farklı klinik tablolar ortaya çıkabilir. Bu, son çalışmalarda gösterildiği gibi beyinlerin protein yapısının farklılıklarından kaynaklanmaktadır.
Beyin tümörlerinin kanserler arasında özel bir yeri vardır. Çünkü beyin dediğimiz bu özel aygıt, vücudumuzun her şeyini, başta düşünce, hareket ve duygusal reaksiyonlar, zevklerimiz, korkularımızın hepsini idare eder. Yaşamdan zevk alma veya tam aksi almama, günlük hayatı düzenli devam ettirme, ayrıca fiziksel sağlığında sapmalar, çok yemek yeme veya hiç yememe, uykusuzluk veya çok uyuma isteği, yatağından hiç çıkmama, hobiler ile ilgilenmeme gibi.
Özellikle erişkin kişilerde büyük bir beyin ameliyatından sonra intihar etme eğilimleri olabilir. Hastalık haberini alınca ailesiyle birlikte bir şok yaşama, öfkelenme, “Neden ben, başkaları değil?” duyguları, kıskançlık ve Tanrı’ya isyan duyguları gelişir. Eğer Tanrı beni bu dünyadan almaya karar vermişse cevap olarak önce öfkeli yakarışlar, yanıt alamadığında belki iyilikle istersem diye daha inançla yalvarma dönemi başlar. İşte bu devrede depresyon oluşur. Kendine güveni sarsılır, fiziksel davranışlarda geçici değişiklikler olur. Hastanın bu devrede çevresinin yardımına ihtiyacı vardır.
Bugünün gelişen bilgi ve teknolojisiyle ameliyat edilemeyecek beyin tümörü yoktur. Fakat hangisinin ameliyat edilmesi, hangisinin diğer tedavi yöntemlerine yönlendirilmesi doktorun bilgi ve tecrübesiyle doğru orantılıdır. Doktorlarda insandır. Filmlerdeki gibi mucize doktor yoktur. Onlar da yanılabilirler. Ancak bu yanılmalar yeterli bilgi ve tecrübeyle azaltılabilir. Tecrübe, yaşanmış kötü sonuçların birikimidir. Bilgi daima yenilenmelidir, sonu yoktur.
Ülke içi ve dışı bir kongreye mesleğimle ilgili katılırım. ABD’de yapılan kongrelerden birinde bir kitap ilgimi çekti. O zaman Tüba ve TÜBİTAK üyesi olan büyük bir bilim adamı arkadaşım Yücel Kanpolat (birkaç yıl önce kaybettiğimiz) birer kitap aldık. Yücel arkadaşım o kitabı Tüba’da çalışan bir arkadaşına verip tercüme ettirmişti. Kitabın adı ‘When the Air Hits your Brain’, ‘Beynine hava girmeyegörsün’. Çek asıllı bir beyin cerrahının esprili bir dille kaleme aldığı bir kitaptı. O kitapta beyin cerrahisini şöyle tarif eder: “Nöroşirürji kibirli, herkese tepeden bakan bir meslektir.” Şu şekilde devam eder: Astronomiyle uğraşanlar yıldızlar ile ilgilenmelerine rağmen ona dokunamazlar; fizikçiler atom partikülleri içerisinde protonlara erişemezler; moleküler biyologlar çift heliks yapısını buldular ancak genler hâlâ somut şeyler değil ve çıplak gözle görülemiyorlar. Bu bilimlerin hepsi kullandıkları alet ve fotoğraf emülsiyonlarına bağlı olarak gözlem yapabiliyor. Sadece beyin cerrahları 5 milyon yıldır gelişmeye çalışan, Leonardo da Vinci’nin tarif ettiği gibi, Tanrı’nın en büyük mucizesine, bir mücevher gibi kafatasının içerisinde saklanmış, korunmuş beyne dokunma ve ameliyat yapma şansına sahipler. Ne büyük bir sorumluluk.
İnsan beyni dünyadaki okyanusların su molekülündeki elektrik yükünden daha fazlasını trilyonlarca sinir hücresi içinde depolayabiliyor. Benim de katıldığım gibi, eski cerrahlar beynin kutsallığına inanırlardı. 19. yüzyıldan sonra bu dokunulmazlık bir yerde hafifledi. Halen beynin birçok yeri dokunulmazlığını koruyor.
Asrımızın ve son 2500 yılın 50 doktoru arasında Batı kökenli 48 klinisyenin arasında Doğu kökenli iki kişi seçildi: İbni Sina ve Doktor M. Gazi Yaşargil. Sayın Hocamızın bize zaman zaman hatırlattığı unutmam: Bizler beynin çok az bir miktarını bilimsel olarak biliyoruz. Onun için bizlerin yaptığı ameliyat sonrası çıkan değişiklikler çok karmaşık ve çok çeşitlidir. Her cerrahın hastalarında ameliyat sonrası değişik tablolar vardır. Doktorla hasta arasındaki mahremiyete girer. Şunu da ilave etmek isterim iki grup insan Tanrı’ya inanır ve ateist olamaz: 1) Siperdeki asker, 2) Ameliyathanedeki cerrah. Her zaman Tanrı’ya yalvararak yardım istediğim anlar vardır.