“Son zamanlarda Türkiye’deki barış görüşmelerine odaklandık. PKK ve silah bırakmaktan söz ediyoruz. Bizim dışımızda da bir dünya ve benzer sorunlar olduğunu unutuyoruz. Acaba dünyadaki benzer sorunları yaşayan ülkeler bu işi nasıl çözmüş, bakmakta yar var. Bu anlamda İspanya’daki ETA, İngiltere’deki İRA ve Güney Afrika’daki Mandele deneyimlerini incelemeli ve tartışmalıyız.”
Baştan şunu belirteyim: Her ülkenin koşulları kendine hastır ve hiç bir yerdeki bir deneyim başka yere transfer edilemez. Ancak bu deneyimlerden Türkiye’nin çıkaracağı dersler olduğu için bilinmesinde ve tartışılmasında büyük yarar vardır. Bu anlamda İspanya’daki ETA, İngilteredeki İRA ve Güney Afrikadaki Mandella deneyimlerini incelemeli ve tartışmalıyız. Türkiyedeki gibi buradaki hareketler de birer sebep değil birer sonuçtur. Bilimsel kuraldır, sebebi ortadan kaldırmadan sonucu ortadan kaldıramazsınız. Nitekim aşağıda görüleceği gibi üç ülkede bu sonuçların boy verdiği sebepleri oratadan kaldırarak sonuca gitmiş ve barışı gerçekleştirmişlerdir.
ETA ve İspanya
İspanya’yı Bask meselesinin çözümünde başarılı kılan faktör, Madrid’in demokratik boyutunu da kapsayan çok boyutlu bir çözümü yürütmüş olmasıdır. İspanya, 1939- 1975 yılları arasında faşist Farnko rejimi altında inledi. Bundan bütün İspanya gibi Bask bölgesi de nasibini aldı.
Franko rejimi iktidari ele geçirdikten sonra 15. yüzyıldan beri süre gelen bask özerkliğine ve haklarına son verdi, itiraz edenleri sürdü, hapsetti veya katletti. Böylece insanlar uzunca bir dönem sustu ve sindi. (Bu yönüyle Kenan Evren’in 12 Eylül’de yaptığı darbe sonrası uygulamaları hatırlatıyor). Franco rejiminin son bulduğu 1975 yılının ardından İspanya yüzünü AB’ye dönmekle birlikte demokratikleşme doğrultusunda hızla bir dizi adım attı. Bu arada Baskın bağımsızlığı için silaha sarılan “Bask Ülkesi ve Özgürlük” adıyla kurulmuş olan ETA’nın silahli faaliyetleri ve saldırıları devam ediyordu.
1978’de Demokratik İspanya Anayasası çıkarıldı, 1979’da Bask bölgesinin Franco rejimi tarafından kaldırılan özerklik statüsü iade edildi, Bask, Katalonya ve Galiçya gibi etnik temelli bölgelerle birlikte İspanya 17 özerk bölgeye ayrıldı ve her bölgenin kendi parlamentosunu ve polis teşkilatını kurmasına olanak tanındı.
Bask bağımsızlığı için silahlı mücadele yürüten ‘Bask Ülkesi ve Özgürlük’ (Euzkadi ta Azkatasuna: ETA)’nın siyasi kanadı niteliğinde faaliyet gösteren Herri Batasuna partisi yasal statüye kavuşturuldu. Bask bölgesindeki vatandaşların demokratik özgürlüklerinin ve sosyo-ekonomik şartlarının geliştirilmesi, ETA’ya karşı sürdürülen mücadele 1980-1990’lardaki örgüt mensuplarının topluma kazandırılması amacıyla başlatılan programlar Zen Planı çerçevesinde devam etti.
Batasuna ETA’nın şiddet eylemlerini kınamamış, örgüt mensupları için “Bask ülkesinin askerleri” sıfatını kullanarak örgütün silahlı faaliyetlerini desteklediğini sürekli beyan etmiştir. ETA’nın güdümünde hareket eden Batasuna, örgüte finansal destek temin etmek suçundan 2003’te İspanya’da yasaklanmış, İspanya’nın 1988 yılında Bask bölgesindeki siyasi partilerle imzaladığı Ajura Enea Paktı, Batasuna’nın dışarıda kaldığı bir uzlaşı modeli mahiyetinde olmuştur. Nihayet ETA 2011 yılında kalıcı ateşkes ilan etmiş ve silahlı mücadeleyi bırakmıştır.
IRA ve İngiltere
Kuzey İrlanda’nın İrlanda ile birleşmesi için 1969’dan itbaren silahlı eyleme başvuran İrlanda Cumhuriyet ordusu IRA’ya karşı İngiltere ilk etapta sadece güvenlik odaklı hareket etmiş, ama başarılı olamamıştır.
İngiliz hükümetleri Protestanlar ile İrlandalı Katolikler arasındaki sosyo-ekonomik dengesizliği göz ardı etmiş, Kuzey İrlanda meselesinin siyasi yönünü yok saymıştır. Bu dönemde İngiliz ordusunun başrol oynadığı terörle mücadelede, IRA’ya taraftar kazandıran göstericilere ateş açma, süresiz gözaltı ve işkence gibi hatalar işlenmiştir.
Tecrübeler doğrultusunda İRA ile mücadele biçimini geliştiren İngiltere, 1980’lerde Kuzey İrlanda meselesinin çözümüne dönük siyasi ve ekonomik girişimlerde bulunmaya başlamış, süreci barışçıl biçimde çözen ise İşçi partisi Lideri Blair olmuştur. 1997 yılında iş başına gelen Blair 1998 yılında görüşmelere siyasi danışmanı Jonnathan Powel ile başladı. Bu görüşmeler sonucunda 1998’de İngiltere-İrlanda arasında imzalanan Belfast Atlaşması ile Londra’nın çok boyutlu çözüm sürecini uygulamaya koyduğu ifade edilebilir. İngiltere, Kuzey İrlanda’da Katolik nüfusun refahının artırılması ve Katoliklerin bölge yönetiminde söz sahibi olmasının çözüme hizmet edeceğini tespit etmiş ve süreci bu istikamette yürütmüştür.
Türkiye’ye de gelen Powel “Sonuç alınmak isteniyorsa işe şiddete son vermekle başlamalı, aksi taktirde işe silahları bırakmakla işe başlama ısrarı barışı sekteye uğratır” demiştir. Nitekim Blair’den önce silah bırakma ısrarıyla işe başalayan başbakan John Major bu nedenle başarılı olmamış, ondan sonra iktidara gelen Balair önce çatışmasısızlık, ardından demokratik adımlar ve siyasi af son adımda da silahların bırakılmasıyla başarılı olmuştur.
G. Afrika Deneyimi
Güney Afrika’nın ırkçı rejimi Apartheid yıllarca siyahlar üstünde baskı kurdu, ayrımcı politikalar uyguladı, kabul edilemez faşizan uygulamalar gerçekleştirdi. Bunun üzerine Güney Afrika’nın radikalleri, Afrika Ulusal Konseyi (African National Congress, ANC) ve Komünist Parti şiddete başvurdu. Güney Afrika’nın ruhu olarak adlandırılan Mandela 27 yıl Robben Adasında tutuklu kaldı. Bu esnada şiddet olayları, baskı ve tutuklamalar devam etti. Soğuk savaşın bittiği 1989 yılında iş başına gelen ırkçı beyazların temsilcisi De Clerk, değişen dünyanın rüzgârını, siyahların dayanılmaz noktaya ulaşan başkaldırılarını ve çağdaş demokratik ülkelerin telkinlerini de dikkate alarak siyahlarla ve onların lideri Mandela’yla 1985’te görüşmelere başladı. Ardından hapsine çıkarıldı ve nihayet 1990 yılında serbest bırakıldı.
Dışarı çıkan Mandela şehir şehir dolaşarak, beyazları eşitliğe ikna etmeye çalıştı. Ancak Mandela’nın serbest kalmasını ve siyahlarla eşit olmak istemeyen ırkçı beyaz örgütler ve onun üyeleri bu gelişmelere büyük tepki göstererek sağa sola saldırmaya başladı. Çok kan döküldü ve ülke birkaç kez iç savaşın eşiğine geldi. Mandela bunlardan yılmadan çalışmalarını sürdürdü. Mandela’yı ve barış görüşmelerini bu şiddet provokasyonlarıyla durduramayacaklarını gören ırkçılar şok bir eylem planladı. 10 Nisan 1993 yılında ANC’nin silahlı kanadının lideri ve Afrika Komünist Partisi lideri ve aynı zamanda Mandela’nın halefi olarak görülen Chiris Hani’ye bir suikast düzenleyerek öldürdü. Bu suikasttan sonra bu kez siyahların öfke patlaması başladı. Daha önce beyazları ikna etmeye çalışan Mandela, hakaretlere, pasiflik ithamlarına aldırmadan bu kez siyahların öfkesini dindirmek için büyük çaba sarf etti. 1994 yılında genel seçimler yapıldı ve ANC yönetimi ele geçirdi. Bir yıl sonra 1995’te de Mandela Cumhurbaşkanı seçildi. Böylece yıllarca Güney Afrika’da süren ırkçı rejim sona erdi ve bir dönem önceki beyaz başkan De Klerk Mandela’nın 2 yardımcısından biri seçildi.
Barışa giden yol
Türkiye bu deneyimlerden de istifade ederek barış sürecinin başarıya ulaşması için şu adımları atması gerekir: 1) Öncelikle bir çatışmasızlık ortamına ihtiyaç var. Eller karşılıklı tetikten çekilmelidir. 2) Hukuki bazı adımlarla güven sağlanmalı. Bu anlamda 4. yargı paketi, anadilde savunma, bir KCK’lıların bir kısmının bırakılması önemlidir. 3) PKK’nın silahlı güçleri sınır dışına çekilmeli. 4) Eş zamanlı Anayasa ve vatandaşlık düzenlemeleri gerçekleştirilmeli. 5) Bu aşamada silahların bırakılması prosedürü işletilmeli; silahlar devrede olacak her iki tarafın da güvendiği üçüncü bir organa teslim edilmeli. 6) Demokratik hak ve özgürlüklerin ihyası sağlanmalı 7) 150 kişilik lider grubu gideceği yerler belirlenmeli ve bu konuda mutabakat sağlanmalı 8) Kimilerinin af dediği “toplumsal barış süreciyle” dağdaki militanlar serbest kalmalı ve yurda dönmeli 9) Sürgünde ve hapiste olanların ülkeye dönüşü sağlanmalı 10) Entegrasyon süreci devam etmeli.
Bunları gerçekleştirebilecek bir Türkiye’nin önümüzdeki 5-10 yıl içinde bölgesinin en saygın, en güçlü demokrasilerinden olacağına kuşkum yok.
Prof. Dr. Ahmet Özer
1960 Van doğumlu. İlk, orta öğrenimini Van’da, lise eğitimini 1977’de Diyarbakır’da bitirdi. 1985’te Hacettepe Üniversitesi Felsefe Bölümü’nü bitirdi. Hacettepe Üniversitesi’nde Sosyoloji alanında, ODTÜ’deyse Bilim ve Siyaset Felsefesi alanında olmak üzere iki master yaptı. 1995’te Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nden Sosyoloji doktoru unvanını aldı. Bazı ulusal ve uluslararası sempozyumların organize edilmesinde birinci derecede görev alan Özer halen Toros Üniversitesi Rektör Yardımcılığı görevini yürütüyor.