Feridun Andaç
27 temmuz 1954’te Erzurum’da doğdu. ilk, orta ve liseyi bu kentte; yükseköğrenimini istanbul’da, Marmara Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde tamamladı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde yüksek lisans yaptı. İise ve üniversitelerde edebiyat, karşılaştırmalı edebiyat dersleri verdi; yaratıcı yazarlık/edebiyat seminerleri düzenledi. Özel kurum ve kuruluşlarda eğitim, halkla ilişkiler, idari işler, yayın-tanıtım, reklam işleri, insan kaynakları konularında yöneticilik; yayınevlerinde editörlük yaptı. Üniversitedeki görevinden ayrıldı (haziran 2000) ve tüm dikkatini yazarlığa verdi. Eğitim, kültür, sanat, edebiyat konularındaki inceleme, araştırma, eleştiri çalışmaları; öyküleri, deneme ve gezi yazıları birçok yazın/sanat dergisinde yayınlandı. Çeşitli ansiklopedilerde ve elektronik yayıncılık alanında tematik yazılar yazdı. Varlık, Adam Öykü, Hürriyet gösteri dergilerinin yanı sıra Cumhuriyet gazetesinin sürekli yazarları arasında yer aldı.
Yeni edebiyatımızın özgün anlatıcısı Aslı Erdoğan nicedir yurtdışında. Zorunlu bir sürgünlük onunkisi. Bir gazete yazısından dolayı hakkında açılan davanın seyrinin ürküntüsü onu nicedir ülkesinden ayrı tutuyor.
Korkular, kaygılar ister istemez onun yaralı ruhunu daha da sarmalayıp ezince dönüştürüyor. Son bir iletisinde, bursla yaşadığı Graz kentinde, bir kanama sonucu gittiği hastanede başına gelenlerden söz ediyordu. Sonunda kapı önüne bırakılışından...
MUHALİF DURUŞU
Aslı Erdoğan’ın yazdıkları/yaşadıkları, sürüklendiği hayat bana biraz da, gene aynı özgünlükteki bir başka yazarı, Jean Genet’yi hatırlattı. Onun inişli çıkışlı hayatına, hapishaneden en uç noktalara varan gidip gelmelerine rağmen; edebiyatın bu asi çocuğu gözden ırak tutulmak yerine her dem desteklenmiş, yaratımını sürdürmesine imkân verilmiştir.
Öyle ki, muhalif duruşu, yazdıkları, destek verdiği eylemler/girişimler/siyasi duruşlar Genet’i ötelemek için bir gerekçe olamadı hiçbir zaman. Batı bu konuda çok hoşgörülüdür demek istemiyorum. Sanatçının üstlendiği misyonu gören bir toplumun duyarlılığının ne düzeyde olması gerektiğini hatırlatıyorum sadece.
KENDİ EDEBİ YOLU
Her şeyiyle muhalif, hatta aziz olarak nitelendirilen Fransız edebiyatının bu asi çocuğunun yaşam seyri/edebÓ birikimi Jean-Paul Sartre’dan Tahar Ben Jelloun’a birçok yazarın, akademisyenin kalemine konu olmuştur. Ülkesinin insanı Genet’yi dışlamamış, anlamaya ve düşüncelerini yazıp dile getirmesine zemin hazırlamıştır.
Çocuk ıslahevinde başlayan yaşamında aldığı yaralarla varolmaya çalışan Genet, onca savrulmaya rağmen kendi edebÓ yolunu çizmekte hep atak olmuştur.
Duruşu ve yaşadıkları hiçbir zaman onu soylu bir yazar olmaktan alıkoymamış, tam tersi sürekli bu yanını beslemiştir. Onun Cezayir’den Filistin’e; Kara Panterler’den RAF destekçiliğine uzanan muhalif, huysuz bir o kadar da kararlı duruşu, zamanı için ürküntü yaratmıştır. Ama hiçbir zaman ülkesini terk etmek durumunda bırakmamıştır tüm bunlar onu.
LİNÇ KAMPANYASI
Genet’in bu eylemlerini ve yazdıklarını hatırladıkça, bizim toplumumuzda yaşasaydı ne olurdu acaba diye düşünmekten alamıyorum kendimi. Daha yakın zamanda intiharı seçen Metin Kaçan’ı düşünün. Bir Jean Genet değildi kuşkusuz, ama o iklimlerde gezinen bir yazardı. Ona dönük bir linç kampanyasını çağrıştıran yazılarının mürekkebi kurumadı henüz!
Aslı Erdoğan, bir dünya yazarı bugün. Oysa onun bu yanı hiç görülmedi, görülemedi. Kuşkusuz bir yazar iktidarlardan merhamet, el uzatma beklemez. Peki ya bu kadar övüne durduğumuz sivil toplum kurumlarımız nerede acaba? Avrupa’ya girmeye çalışan bir ülkenin yazarının Avrupa’nın göbeğinde bir kentte başına gelenler bir başka ülke yazarına yapılsaydı eminim ki manşetler inlerdi!
Evet, Aslı Erdoğan da muhalif, aykırı bir yazar. Ama onun duruşu hiçbir zaman vitrinde, birilerinin yanında durmak/görünmek için olmadı. Hayata, haksızlıklara, insanın kimliğinin yok sayılmasına, ezilmeye, kirlenmeye, talana bir başkaldırıydı onun muhalif duruşla yazdıkları.
FARKINDA MIYIZ?
‘Kırmızı Pelerinli Kent’, ‘Mucizevi Mandarin’ ve ‘Hayatın Sessizliği’nde o duyarlılığın yansımalarıyla birlikte edebÓ söylemi güçlü anlatılardır. Erdoğan’ın yapıtlarının önemli bir bölümü yabancı dillere çevrilmiştir. Dünyanın yaşayan en iyi 50 yazarı arasında sayılmaktadır.
Düşünceleri ve yazdıklarından dolayı ülkesinde yaşama tedirginliğine düşen yazar, gönüllü sürgünlüğü seçerek istemediği koşullarda yaşamaya terk ediliyor. Ve Avrupa’nın göbeğinde, Avusturya’da sağlık sorunu için gittiği hastanede kapı önüne bırakılıyor!
Merak ediyorum, acaba Türkiye’nin Viyana Büyükelçisi ülkesinin bu düzeydeki bir yazarının Avusturya’da yaşadığının farkında mıdır? Peki Türkiyedekiler, onun bu sesine kulak vermeyi düşündüler mi dersiniz?!