Düşünenlerin Düşüncesi

Düşünenlerin Düşüncesi

dusunce@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Dr. M. Sinan Genim

1945’te Kuzguncuk’ta doğdu. Yükseköğrenimini DGSA Mimarlık Yüksek Okulu’nda 1969’da tamamladı. DMMA Mimarlık Bölümü Rölöve - Restorasyon Ana Bilim Dalı’ndan 1975’te yüksek mimar, İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Sanat Tarihi Bölümü, Türk ve İslam Sanatları Kürsüsü’nden “İstanbul’un İskânı“ konulu tez ile 1980’de (Ph. D) unvanını aldı. 1970-76 İDGSA’de asistanlık, 1974-81 İÜ Edebiyat Fakültesi’nde, 1976-91 Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde 1991-2007 Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde öğretim üyesi olarak çalıştı. 1989-2009 Beşiktaş Belediyesi Meclis Üyeliği, 1994-99 İstanbul Büyükşehir Belediyesi Meclis Üyeliği’nde bulundu. 1997’den beri Türkiye Anıt Çevre ve Turizm Değerlerini Koruma Vakfı Yönetim Kurulu Başkanlığı’nı yapıyor. Başta İstanbul olmak üzere, mimarlık, sanat tarihi, estetik gibi konularda kitap, dergi ve makaleleri bulunmaktadır.

Haberin Devamı

Yıllardır, İstanbul’un yeteri kadar yeşil alanı olmadığından söz edilir. Şehri yönetenler de şehre parklar, büyük yeşil alanlar kazandırmak gibi radikal çözümler yerine, her boş gördükleri yere ağaç dikerek bu sorunu kendilerince çözmeye çalışırlar. Bu ağaç dikme faaliyeti o kadar abartılır ki, karayollarını orta refüjlerine, genişliği 50 santimetreyi bulmayan, bir insanın rahatça yürümesine imkan vermeyen kaldırımlara bile sıra sıra ağaçlar dikilir. Şehrin eski iskan bölgelerindeki dar kaldırımlara dikilen bu ağaçlara üzülürüm, hiç bir gelişme imkanı olmayan bu ağaçlar “ben yaptım oldu” felsefesinin göstergesidirler.

POPÜLİST POLİTİKA
Dar kaldırımlara dikilen ağaçlar gibi anıtsal yapılarımızın çevresine dikilen ağaçlar da uygar bir şehir için kabul edilebilir bir uygulama değildir. Gelecekte büyüyecekleri düşünülmeden dikilen bu ağaçlar nedeniyle anıtsal yapılarımız görünmez oldu.
Sanki onlardan utanıyor, kötü görüntülerini saklamak ihtiyacı duyar gibi onları görünmez kılıyoruz. Daha otuz yıl önce Galata ve Boğaziçi’nden büyük bir haşmetle görülen Topkapı Sarayı’nı artık nerede ise seyretmek mümkün değil, Dolmabahçe Sarayı yoldan geçenler tarafından görülemez hale getirildi.
Deniz cephesindeki bahçeye dikilen ağaçlar yüzünden sarayın sürekliliği ve görkemini yok ettik. Sultanahmed Meydanı lüzumsuz bir ağaç dikimi ile algılamaz hale geldi. Meydanı süsleyen III. Thutmosis Obeliks’i, Örme Sütun, Burmalı Sütun, Alman Çeşmesi gibi anıtların farkına varmak artık zor. Sultanahmed Camii’ni, İbrahim Paşa Sarayı’nı seyretmek bir yana, görmek bile nerede ise imkansız.
Her şeyin bir kararı vardır, hemen hemen her şeyde baş vurduğumuz popülist politikalar bizi sıkıntıya sokuyor. Tüm dünyada yaygın turizme açık, anıtsala yapı açısından zengin şehirler de sokak ve caddelere, anıtsal yapıların çevrelerinde ağaç bulunmaz. Bu yapıların çevresi boştur. Çevreleri sert zemin denilen taş veya benzer malzeme ile kaplıdır. Bu büyük alanların yeknesaklığını gidermek için bazı alanlarda büyük bir havuz, bazı alanlarda zeminde dekoratif süslemeler yapılır. Bu alanlarda toplanan insanları anıtsal yapıları seyretmekten alıkoyacak aydınlatma direkleri bile yoktur; çoğunluğu zemine yerleştirilmiş armatürlerle, anıtsal yapıdan yansıyan ışıklarla aydınlatılır.

BATI’DA DURUM
Bazılarımız görmemiş olabilir, ama nerede ise hepimiz, Beyaz Sarayı, Buckingham Sarayı’nı, Louvre Müzesi’ni televizyonlardan seyretmişizdir. Bu görüntülerde söz konusu yapıları örten, onları görünmez kılan hiç bir ağaç yoktur.
Hemen hepsinin çevresi, görme düzeyinin altında kalan alçak bitkiler, çiçeklerle süslenmiştir. Hele hele Louvre Müzesi’nin çevresinde hemen hemen bitki bile bulunmaz. Bütün zemin sert malzeme ile kaplıdır ve sizi alabildiğine yapı ile baş başa bırakır, yapının görkemi sizi esir alır. Hayranlıkla, çevremizi kuşatan yapıları seyrederiz. Geçmişte bizim yapılarımızın çevresi de boştur. Ağaçlarla onları görünmez kılma fikri sanırım bu toplumun geçmişle bağlarını koparmak, kendine ait övünülecek herhangi bir anıt ve yapı olmadığı düşüncesini pekiştirmek için uygulamaya konulmuş bir faaliyettir.
Daha sonra yönetici konumuna gelenler ise durup düşünmeden, alışılmışa devam ettikleri için şimdi bu haldeyiz. Geçmişi 8.500 seneye ulaşan bir dünya şehri içinde yaşıyoruz, farkına varmak, çevremizi seyretmek nerede ise mümkün değil. Eğer daha önce okumamış iseniz, Sultanahmed Meydanı’nın günümüzden yaklaşık 1.800 sene önce inşa edilmiş hippodromun yarış alanı olduğunun farkına varmak mümkün mü? Meydanın ortasında yer alan anıtlardan birinin MÖ. 1490-1432 tarihleri arasında yapılmış olduğunu ve 3.500 yıllık bir geçmişi olduğu kaç kişi düşünmektedir.

MARİFET DEĞİL
1940’lı yıllara kadar alçak bitkiler ve çiçeklerle, ortasında küçük bir havuz olan Ayasofya ile Sultanahmed Camii arasındaki park, önüne gelenin bir marifetmiş gibi diktiği ve giderek büyüyen ağaçlar nedeniyle küçük bir ormana döndü. Şehrin tam ortasında alabildiğine denetimsiz büyüyen ağaçlar nedeniyle başı önünde yürüyen bir kişinin ne Ayasofya, ne de Sultanahmed Camii’ni seyretmek bir yana, farkına varması bile mümkün değil. Topkapı Sarayı’nın birinci avlusu da bir aynı durumda, iki kulesi, görkemli bir girişi olan Topkapı Sarayı’nı nerede ise görünmez hale getirdik. II. ve III. avluda da aynı ağaçlar imparatorluğun görkemli yapılarını görmemizi önlüyor. Geçmişten kalan minyatürlerde, gravürlerde, hatta fotoğraflarda boş olarak gördüğümüz alanlar sanki birer koruya dönüşmüş. Ağaç doğanın bize bir armağanı, elbette onu sevip, ona gereken saygıyı ve özeni göstermeliyiz, ama bu şehrin ve insanının yüzlerce yıllık kültürel birimini gözlerden ırak tutmak, onları görünmez kılmak kimsenin arzu ettiği bir şey olmamalı.
Bu yazı bazı kişilerin kolaycı bir yol seçerek, beni doğa sevgisi olmamakla suçlamalarına neden olabilir? Varsın, öyle olsun. Buna karşılık ben ağaç ve doğa sevgisi olan bir insan olduğumu özellikle belirtmek isterim, ama İstanbul gibi bir şehrin içinde değil.