2000 yılından beri her 21 Şubat “Dünya Anadil Günü” olarak kutlanıyor. UNESCO’nun, “Tehlike Altındaki Diller Atlası”na göre dünyada dillerin 200’ü son üç kuşakta kayboldu, 2 bin 300’ü kaybolma riski altında. Bugün, dünyada konuşulan dillerin (6.000 civarında) yüzde 90’ının yok olma tehlikesiyle karşı karşıya.
UNESCO’nun tahminlerine göre 21. Yüzyılın sonuna kadar var olan dillerin yüzde 50’si yok olacak. Aynı belgede Türkiye’de 15 dilin tehlike altında olduğu vurgulanıyor. Söz konusu Atlasa göre yakın tarihte Türkiye’deki üç dil kayboldu. Kaybolan Kapadokya Yunancası, dünyada da son derece tehlike altında. Diyarbakır Lice’deki Kamışlı köyünde konuşulan Mlahso Suriye’ye göçen köylülerden İbrahim Hanna’nın 1995’te ölümüyle bitti.
Ortak bir sorun
Ubıhça da Tevfik Esenç’in 1992’de ölmesiyle kayboldu. Yukarıdaki bilgilerden anlaşılacağı üzere aslında kutlama yapılacak bir durum yok ortada. Dolayısıyla bugün vesilesiyle, dünyada konuşulan dillerin korunması, dil temelli kısıtlamaların ve hak ihlallerinin sona ermesine yönelik bilgi ve bilincin yükseltilmesine matuf faaliyetler yoğunluk kazanıyor.
Dil hakları denince akla anadilde eğitim (hakkı), anadilde yayın (hakkı), anadilde savunma (hakkı) gibi konular geliyor. Ne yazık ki, temel insan haklarından olan söz konusu haklar Türkiye’de on yıllarca tanınmadı ve bu tür talepler bastırıldı. Kürt sorununun yarattığı ivme ve basınçla gündeme geldi. Ancak bu kez politik çekişmenin bir unsuru olarak değerlendirilerek olaya pragmatik açıdan yaklaşılmaya başlandı. Halbuki, dillerin yok olması tüm insanlığın ortak sorunudur ve bu durum ekolojik/felsefi boyutlarıyla da ele alınmalıdır.
Özenle korunmalı
Dil iletişim aracı olmasının yanında bir yaşam tarzıdır. Dillerin yok oluşu biyolojik çeşitliliğin de krizini ifade ediyor. Zira dillerin kaybolmasıyla insanoğlunun binlerce yıldır süregelen özgün yaşam tarzları kaybolmaktadır. Uzmanlara göre, genetik çeşitlilik nasıl ki doğanın temeli ise dilsel çeşitlilik de özellikle insanoğlunun bilgi ve deneyim deposu olarak temeldir ve özenle korunmalıdır. Dillerin varlığı ve çeşitliliği bu yaşam tarzlarının, doğadaki çeşitliliğin de teminatıdır.
Dolayısıyla onları korumak herkesin yararınadır. Hrant Dink’in tanımlaması olayı mükemmel özetliyor:
“Böyle bir tanımlama var mı? Ben bilmiyorum ama dil eğitimcileri böyle bir tanımlama yaptı mı? Benim bir tanımlamam var; dil nedir? Benim için dil; uygarlaşmanın insanoğlunun uygarlaşmasının cinsel organıdır. Döllenme organıdır. Eğer onu hadım ederseniz, o insanın uygarlığını hadım edersiniz, bitirirsiniz. Bu kadar net ve acıdır.” Zaten, Kürtçe yayın yapan TRT-6’ın açılış gerekçelerinden biri “kültürel çeşitliliğimizi korumak” olmuştur.
Bizi insan kılıyor
Bir Nazi sempatizanı Heidegger bile “dil, varlığın evidir” diyor. Dille var oluyor her şey, insan diliyle varlık gösteriyor, dünya onun için dille anlam kazanıyor. Onu yitirdiğinde ise anlamıyor, anlatamıyor. Octavio Paz’ın dediği gibi “Bizi insan kılan, dildir. Doğanın ve tarihin anlamsız gürültüsü ve sessizliği karşısında dilde umar ararız.” İnsanın dünyayla tanışması, onu anlamlandırması, kavramsallaştırması, kendisini dünyaya ifade etmesi yalnızca dili vasıtasıyla olabilecekken dilin yasağı tüm bunların da insandan alınması anlamına geliyor. Dilin hapsi sadece insanı lâl kılmıyor, toplumları sağır ediyor. Katalan yazar Josefina Piquet bu durumu şöyle ifade ediyor:
Tarihin ambarları
“Franco, çocukluğumu hapis etmiş çok kötü bir örnektir hafızamda... Katalan arkadaşlarımla bir arada Katalanca oynayamamak, kendi dilimde eğitim alamamak bir işkence gibiydi... Anadil kişinin var oluşunun temel direğidir. Yani omuriliğidir. Omurilikte baskı, zedelenme veya kopukluk kişinin felç olmasına neden olur. Dolayısıyla ben felçli büyüdüm, ama artık yürüyor, koşuyor, anadilimde seminerler veriyorum... Anadilin yasaklanması barbarlık, düşmanlıktır ama en önemlisi de o dili konuşanlardan korkmaktır. Franco dilimizi yasaklayarak kendisine ve bu güzel ülkeye en büyük kötülüğü yaptı.”
Özetle, diller kimlikleri temsil ederler; diller tarihin ambarıdırlar; diller tek tek insan varlığının özgün yorumlarıdır ve biriciktirler ve her biri ilgiye değerdir.
Doç. Dr. Ersin Erkan
Çalışmalarını ve araştırmalarını kimlik, dil hakları, demokrasi kuramı ve politik katılım üzerine yoğunlaştıran Doç. Dr. Ersin Erkan’ın, “Etnik Toplulukların Parlamenter Temsili” ve “Anadil Meselesi: Dil, Kimlik ve Politika” isimli kitapları bulunmaktadır.