Fikirlerin ve alternatiflerin geliştirilmesinde öncü olan ve toplum yaşamının niteliklerini belirlemekte azımsanamayacak etkileri olan üniversiteler aynı zamanda, kaçınılmaz olarak, artıları ve eksileriyle, inişleri ve çıkışlarıyla toplumun da bir aynasıdır. Bir üniversiteyi içinde var olduğu toplumdan soyutlamak mümkün mü? İşte bu bağlamda İstanbul Üniversitesi, aynı zamanda hem toplumsal belleğimiz olmakta ve hem de toplum olarak taşıdığımız tüm renklerin tek bir odaktan ayrıştığı bir prizma...
Öncülük etti
İstanbul Üniversitesi, bir imparatorluğun yıkılış sarsıntıları içinde, bütün topluma öncülük etmiş, Çanakkale’de bir efsane yaratmıştır. Ancak öte yandan, Milli Mücadele öncesi, işgal yıllarında yine benim üniversitemdir suskun kalan... Darülfünun’dan İzmir’in işgaline karşı yapılan protesto toplantısı dışında etkili bir ses yükselmemiştir. Çanakkale’de olduğu gibi topyekûn bir çıkış olmamış, ancak, Darülfünun öğrencileri de Milli Mücadele aleyhtarlarını şiddetle protesto etmekte geri durmamışlardır. Darülfünun’da ders veren öğretim üyelerinden Anadolu hareketine karşı tavır içerisinde olan bazı hocalar, gerek derslerinde gerek gazetelerde yazdıkları yazılarında bu mücadele aleyhinde görüşler ortaya koyarlar:
Ali Kemal’in Peyam-ı Sabah gazetesine yazdığı “İstiklâl Şartları ve Türkler” başlıklı yazısında “Türklerin istiklâle layık olmadıklarını, daha uzun süre büyük devletlerden birinin himayesi altında yetişmesi gerektiğini” ileri sürmesi, Rıza Tevfik Bey’in ise Darülfünun’da verdiği bir konferansta “Türk’ün asırlar boyu bileğinde salladığı kılıcından başka övünülecek nesi var?” demesi bardağı taşıran son damla olmuş ve harekete geçen Edebiyat Medresesi öğrencileri, bu öğretim üyelerine karşı bir kampanya başlatmışlardır.
Dilekçeye red
Öğrenciler 30 Mart 1992 günü gizlice yaptıkları bir toplantıda müderrisler Ali Kemal, Rıza Tevfik, Cenap Şahabettin ve Hüseyin Daniş ile muallim Barsamiyan’ın Darülfünun’dan uzaklaştırılmasını isteyen, aksi halde derslere devam etmeyeceklerini belirten bir dilekçeyi Meclis-i Müderrisin’e sunulmak üzere Fakülte Reisi İsmail Hakkı Bey’e sunarlar. Bu konuyu görüşmek üzere 12 Nisan 1922 tarihinde İsmail Hakkı Bey başkanlığında toplanan, aralarında Yahya Kemal, Mehmet Emin, Köprülüzade Fuat, Ahmet Refik, Şemsettin Günaltay gibi hocaların da bulunduğu Edebiyat Medresesi Meclis-i Müderrisini ise sözü edilen öğretim üyeleri hakkında ithama değer bir kanıt bulunmadığını belirterek oybirliğiyle öğrencilerin isteklerinin reddine karar verir.
Oysa kanıtlar apaçıktır; Rıza Tevfik Bey Sevr’de Türk milletinin berat-ı idamını imzaladığı kalemi Robert Kolej’e armağan etmiş, yine üniversite hocalarından Cenap Şahabettin ise İzmir’in Yunanlılar tarafından işgali üzerine talebelere “Niçin müderris oluyorsunuz efendiler, memnun olmalısınız; Yunanlılar bizim menfaatimize çalışıyor, memleketi eşkıyalardan temizlemeye uğraşıyor. Batı medeniyetini getiriyor” diye konuşabilmektedir.
Görüşleri değişti
Darülfünun’un bu önemli şahsiyetlerinin daha sonra Cumhuriyet döneminde nasıl bir değişim geçirdikleri ve tamamıyla farklı kimliklere girerek bambaşka bir yol izledikleri tarihsel gerçeklerdir.
DEVAMI YARIN