M. Şükrü Elekdağ
Mustafa Şükrü Elekdağ, 29 Eylül 1924’te İstanbul’da doğdu. İktisat doktoru, diplomat ve büyükelçi; İstanbul Yüksek İktisat ve Ticaret Okulu’nu bitirdi. Yüksek lisans ve doktorasını Paris Üniversitesi Hukuk ve İktisadi Bilimler Fakültesi’nde İktisat alanında tamamladı. Dışişleri Bakanlığı’nda Japonya Büyükelçisi, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı, ABD Büyükelçisi olarak görev yaptı. Milliyet ve Sabah gazetelerinde köşe yazarı olarak çalıştı. Bilkent Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak ders verdi. Uluslararası Güvenlik ve Strateji Seminerleri Başkanlığı görevini yürüttü. Haber Türk TV kanalında “Stratejik Bakış” adlı programın yöneticilik ve sunuculuğunu yaptı. Sarı basın kartı sahibidir. 22. Dönem İstanbul Milletvekili. 22 ve 23. Dönem’de Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu üyesi oldu. Çok iyi düzeyde İngilizce ve Fransızca bilen Elekdağ, evli ve 4 çocuk babasıdır.
1 Mart 2003’te AKP Hükümeti tarafından TBMM’ye sunulan Tezkere’nin reddedilmesi Türk-ABD ilişkilerinde bir kırılma noktası oluşturmuş ve AKP iktidarının bütün gayretlerine rağmen bu ret keyfiyetinin iki ülke ilişkilerine düşürdüğü gölge yakın zamanlara kadar kaybolmamıştı. Ancak, Tezkere’nin reddinin Türkiye’nin çıkarları açısından yarattığı sonuçlar üzerindeki spekülasyonlar güncelliğini hâlâ sürdürüyor. Yazımızda bu konuyu ele alacağız. Ancak bundan önce, AKP’nin, Tezkere’nin görüşüldüğü TBMM Genel Kurulunun gizli oturum tutanaklarının açıklanmasına karşı çıkmasının nedenleri üzerinde kısaca durmamızda yarar var. AKP, geçen yıl, 10 yıllık gizlilik süresinin dolması üzerine tutanakların açıklanması hususunda CHP tarafından yapılan öneriyi engellemişti. Bu yıl da aynı tutumu sürdürdüğü anlaşılıyor.
Bu tutum, AKP iktidarının, Kürt sorunu konusunda parti içindeki derin bölünmenin Türk kamuoyu önünde yeniden deşilmesini istememesinden kaynaklanıyor. TBMM’deki oylamadan sonra 99 AKP’li milletvekilinin “partiye ihanet etmiş olması” sebebiyle tezkerenin geçmediği söylenmişti. Hükümet, bugünün ortamında bu konunun açılmasının yeni komplikasyonlar doğurmasından korkuyor. Gerçekte, o dönemde AKP iktidarı tarafından Bush yönetimine karşı iki yüzlü bir oyun oynanmıştı. Bir taraftan ABD’ye söz verilirken, öte yandan da Tezkere’nin Meclis’te takılması için el altından ne lazımsa yapıldı. Ayrıca, ABD ile Washington’da sürdürülen utanç verici “at pazarlıkları” ve ulusal çıkarlarla çatışan hatalı hedeflere dayalı bir müzakere süreci var. AKP iktidarı bu sürece ilişkin gerçeklerin gün ışığına çıkmasını kesinlikle istemez. Ayrıca, ben bizzat, gizli oturumda CHP’nin Irak’ta yaşanacak felaketlere çok doğru teşhisler koyduğuna ve Türkiye’nin bu felaket senaryosunda rol almaması için etkili bir mücadele verdiğine tanık oldum. CHP’nin prim yapmasına yol açacak bu gerçeklerin ortaya çıkması da AKP’nin işine gelmez.
ERDOĞAN’IN YANILGISI
Görünürde Başbakan Erdoğan, 1 Mart Tezkeresi’nin reddi nedeniyle duyduğu üzüntüyü her fırsatta dile getiriyor. Bu konudaki son açıklamaların birinde “Tezkere geçmiş olsaydı şu anda Kuzey Irak’ta olurduk ve Kuzey Irak’ta verilen kararlara Türkiye olarak ortak olurduk” dedi. Oysa, ABD’nin Irak’ı işgali, Türkiye’nin asla ortak olmayı istemeyeceği korkunç boyutları olan bir insanlık faciasına yol açtı. Nitekim, Irak sivil toplum örgütlerine göre, ABD’nin işgali sırasında bir ila 1.5 milyon sivil öldü; dul kalan kadın sayısı 2 milyon; yetim sayısı 4 milyon. Dünyanın üç numaralı petrol zengini Irak’ın 26 milyona nüfusunun 7 milyonu hâlâ açlık sınırı altında yaşıyor. Bunlar, Bush yönetiminin inanılmaz basiretsizliği ve ABD askerlerinin korkunç gaddarlık, vahşet ve yağma hırsı sonucunda vuku buldu. Müzeler soyulup talan edildi. Ebu Garih’te çekilen ve insanlara yapılan alçaltıcı muameleleri yansıtan mide bulandırıcı fotoğrafları gözlerinizin önüne getirin. Ebu Garih gibi insanlığı kendinden utandıran işkence merkezlerinin ortaya çıkması ABD’nin imajını kararttı, gücüne ve inandırıcılığına çok ağır darbeler vurdu. Wikileaks belgeleri “Amerikan askerlerinin insanları yakalayıp öldürme konusunda sapık ruh halini” yansıtıyor. Irak’ta devlet yapısı çökmüş, ülke parçalanma girdabında hergün tüyler ürpertici bir vahşet olayı yaşıyor. Türkiye, ABD’nin kuyruğunda bu insanlık faciasına katılsa, buna ortak olsaydı, bu vebalin altından kesinlikle kalkamazdı. Tüm Arap ve İslam alemi kıyamet gününe kadar Türkiye’yi lanetler, nefret duygularını ülkemize yöneltirdi. Bir aralar Ortadoğu’da önderlikten dem vuran Başbakan’ın böyle bir durumun siyasi sonuçlarını nasıl görmezlikten geldiğini anlamak güç.
YETKİLER SINIRLIYDI
Dönemin Genel kurmay Başkanı Sayın Hilmi Özkök, Murat Yetkin’e verdiği röportajda (28. 08. 2012) “Tezkere geçseydi çok farklı olurdu. ABD ile güzel bir Mutabakat Muhtırası hazırlamıştık...” diyor. Sonra da şöyle devam ediyor: “Tezkere geçseydi çok miktarda askerimiz yani 4-5 tugay (20-25 bin asker) Irak topraklarına girecekti. Zaten Özel Kuvvetlerimiz de oradaydı, onlar da takviye edilecekti. Sınır boyunca, özellikle geçiş alanlarında tampon bölge kurulacaktı. Ve uzun süre orada kalacaktık. Hem geçişler kontrol altında olacak, hem de gerektiğinde harekâtı oradan sürdürecektik... PKK konusunda bugünkünden çok daha avantajlı bir konuda olacağımızı söyleyebilirim.” Yalnız Sayın Özkök’ün “güzel” diye övdüğü Mutabakat Muhtırası’nı (MM) incelediğimiz zaman söylediklerinin hiç de gerçeği yansıtmadığını görüyoruz. Zira, MM’nın hükümleri Türk askeri birliklerinin Irak topraklarında sınırboyu uzanan 25-30 km. genişliğindeki dar şeritte dahi PKK yuvalarını bulup tahrip etmesini yasaklıyor. Nitekim, Türk askeri birliklerinin hangi hallerde silah kullanabileceği MM’nın 7. maddesinin “Kuzey Irak’taki faaliyetler” başlıklı (b) bendinin 3. paragrafında belirtilmiştir.
MEŞRU MÜDAFAA HARİÇ
Bu paragraf aynen şöyledir: “Alıcı taraf özel harekât kuvvetleri, terörist saldırılara, (PKK/KADEK, kendini savunma hakkı ya da 4. paragrafta belirtilen durumlar dahil) cevap verme dışında, Irak kuvvetleri ve muhalif gruplarla herhangi bir çatışmaya girmeyecektir.” Burada “alıcı taraf” la kastedilen Türkiye’dir. “Muhalif gruplar”la kastedilen ise ABD işgal ordusuna direnen Saddam taraftarları ve diğer silahlı güçlerdir. Bu paragraf dikkatle okunduğu takdirde, Türk askerinin PKK’ya karşı silah kullanma hakkının, sadece iki durumla sınırlandırıldığı görülecektir. Bu da Türk askeri birliklerinin “saldırıya” uğraması ve “meşru müdafaa” durumudur. “4. paragrafta belirtilen durumlar”, muhalif grupların Yeşil Hattı geçme teşebbüslerini veya muhalif gruplar arasındaki çatışmaları kapsamaktadır. Tekrar ediyorum, MM, Türk askeri birliklerine terör yuvalarına karşı resen operasyon yapma yetkisi vermiyor. (Mutabakat Muhtırası’nın orijinal metni, Fikret Bilâ’nın “Ankara’da Irak Savaşları” başlıklı eserinin 7 sayılı ekindedir)
AKIL TUTULMASI
ABD’nin Irak’ı işgali, bir BM Güvenlik Konseyi kararına dayanmadığından gayri-meşrudur. Bu niteliğiyle ABD ile imzalanması öngörülen Mutabakat Muhtırası da Anayasamızın 92. Maddesi’nin hükümlerini ihlal etmektedir. Şimdi düşünün bir kere, AKP iktidarı ABD’nin peşinden giderek resmen anayasa suçu işlemeyi, ahlâka, adalete ve hakkaniyete ters düşen bir eyleme ortak olmayı öngörüyor. Ayrıca, ABD’nin 60 bin askerinin ve 255 savaş uçağının Irak’a saldırı için topraklarında konuşlandırılmasına izin veriyor. Bütün bu ağır riskler karşılığında, Ankara’nın, ABD’den Kandil de dahil tüm PKK üslerinin yok edilmesini ve teröristlerin tasfiye edilmesini istemesi gerekmez miydi? Ama Ankara, ABD’den 90 milyar dolar alma derdine düşmüştür. ABD basını Washington’daki Türk heyetinin Başkan Bush’un ifadesiyle “at pazarlığı” yaptığını alaycı ve hakaretamiz bir lisanla tüm dünyaya duyurmuştur. Sonunda AKP Hükümeti, Türkiye- Irak sınırları boyunca uzanan hayli dar bir kuşağa askeri kuvvet gönderme imkânını sağlayabilmiş, fakat bu bölgedeki PKK teröristlerini dahi bertaraf etme yetkisini elde edememiştir. Türkiye’nin kaderinin bu denli öngörüsüz, yeteneksiz ve basiretsiz ellere teslim edilmiş olması acınacak bir durum değil mi?