Edip Emil ÖYMEN
İzmir'in Menderes ilçesinde bir baraj yapılır. Tahtalı Barajı, buradaki üç köyü basacaktır. Köylü tahliye edilir. Başka bir yerde toplu konut yapılır.
Ama toplu konuttan, su altında kalacak üç köydeki 100 dula ev verilmez. Neden? Dullar, "aile" kavramına girmedikleri için...
Pekiyi neden? Kocaları veya babaları yok da ondan... Bu, "tam bize özgü" saçmalığın yanıtı açık: 1934'ten kalma 2510 sayılı İskan Kanunu...
Kadından sorumlu bakan Işılay Saygın, yasanın ilgili maddelerinin değiştirilmesi için tasarı hazırladı.
Tasarıda, dulların, çocuksuz erkek ve kadınların da "aile" sayılması öngörülüyor. Tahtalı Barajı nedeniyle evleri kamulaştırılan köyün dulları, yeni yasa tasarısını "sevinçle" karşılamışlar.
Ama yasa ne zaman çıkacak? Dullar ne zaman yeni evlerine geçecek? Belli değil. Üstelik baraj gölü yükseliyor. Evleri yıkılacak. O zaman ne olacak kış ortasında?
O zaman ne olacağını söyleyeyim: Bir kaç gazetede yukardaki gibi gariban bir resim yayınlanır. Altına iki satır yazı. Saniyenin binde biri bir hızla göze çarpar ya da çarpmaz.
"İnsana değer vermemenin, adam yerine koymamanın" ne ilk ne
son örneği olarak arşive karışır gider.
Ne de olsa burası Türkiye... İnsan değerinin sözde yüksek, gerçekte sıfır olduğu ülke...
Solda, İstanbul'da Sultanahmet Meydanı'ndaki dikilitaşın kaidesine bakanın fotoğrafı,
Şakir Eczacıbaşı' nın... Sağda, kahvede mesainin başlamasını bekleyen demir işçilerinin fotoğrafı,
Ara Güler' in...
İkisi de farklı biçimlerde, Türk yaşamını fotoğrafla zaptetmiş iki sanatçı. İkisi de hayatta.
Şakir Eczacıbaşı, yılların sanat ve kültür birikimini İstanbul Festivali için kullanıyor. Ara Güler, yılların sanat ve kültür birikimini hala birbirinden güzel fotoğraflar üretmede kullanıyor.
Eczacıbaşı, görüp çektiklerini "Türkiye Renkleri" adlı nefis albümde topladı. Ara Güler ise "Ara Güler Klasikleri" adlı bir sergide.
İkisi de sanat ve kültüre vakfettikleri yaşamlarında, hak ettikleri saygıya ve özene tanık olma zevkine vardı. Bu, pek az sanatçıya nasip olan bir şey.
Yaşadığı yıllarda tanınmayan, tanınmazdan gelinen, ancak ölümlerinden sonra "ünlenen" sanatçı az mı?
Şakir Eczacıbaşı'nın 199 fotoğrafı, Türkiye'nin renklerini yansıtıyor. Albümün önsözünde
Abidin Dino şu soruyu sormuş:
Rengin Türk cinsi olur mu?.. Ve yanıtlamış: Olur. Hem de alası. Özbekler şeyhi Ethem Efendi'nin elvan renkli ebrularına bakın; İznik çinilerinin mavilerine, yeşillerine, domates kırmızılarına, Malatya keçelerinin kahve renklerine, Köprülü yalısının aşı boyasına, Eyüp Sultan türbe yeşiline, Yahyalı kiliminin sarısına bakın. Kırık renkler hepsi; tadına doyulmaz.
Ve Ara Güler hakkında
Onat Kutlar' ın aktardığı şu anı:
Bir gün Şakir Eczacıbaşı ile Ara, karşılıklı birbirlerinin portrelerini çekmişler. Sonuçlar ortaya çıkınca Ara Güler, Şakir Eczacıbaşı'nın çektiği kendi portresini daha çok beğenmiş: "Anladın mı, nasıl durulur?"
Türkiye Renkleri, Şakir Eczacıbaşı'nın kendi yayını, 1997. Ara Güler'in son sergisi İstanbul'da Pamukbank Fotoğraf Galerisi'nde, Teşvikiye Caddesi 105/3
İngiliz Radyo Televizyon Kurumu BBC ve özel televizyon yönetimi ITV, zap yapılan politikacılara ekranı yasaklıyor. Politikacılar gitgide daha sıkıcı hale gelmeye başladığı gerekçesiyle, politikacıları ekrana daha az çıkartmayı planlıyor.
Ayrıca, iki büyük partinin yılda 5 kez onar dakikadan ekrandan bedava propoganda yapmalarına da son verilecek. Partiler, sadece
seçim kampanyası sırasında televizyonda konuşma yapabilecek.
Şimdiki uygulama şöyle:
Genel seçimde 50'den fazla milletvekili çıkartan parti, bütün televizyon kanallarından yılda 5 kez 10 dakika süreyle parti propogandası yapar. Daha az sayıda milletvekili çıkartan partiye tanınan ekran süresi de ona göredir. Örneğin, üçüncü parti durumundaki Liberal Demokrat Parti'nin yılda bu tür 3 yayın hakkı vardır. (((CEM: italik sonu)))
BBC ve ITV, politikacılar için "çıtayı" da yükseltti: Bir sonraki seçimde 50 değil, 110 milletvekili çıkartan partilere televizyonda bedava propaganda yapma fırsatı tanınacak.
Televizyonlar neden böyle bir karara gidiyor? Çünkü rating hesapları şunu gösterdi: Ekrana sıkıcı bir politikacı çıktı mı, ya da siyasi parti propoganda saati geldi mi seyirci hooop düşüyor. BBC ve ITV de haklı olarak şunu soruyor:
Biz, zaplanan politikacıyı (prime time denilen) günün en önemli saatinde ekranda niçin tutalım?
Türkiye'deki sefil rating uygulaması ile İngiltere'deki arasındaki en büyük fark şu: İngiliz ratingleri varoşların "beğenisi"ne göre değil, diğer Avrupa ülkelerindeki gibi orta sınıfın beğenisine göre yapılıyor. Bu hesapları gören BBC ve ITV'nin kafasına, halkın politikacılardan bıktığı dank etti.
***
BBC ve ITV yöneticileri iki haftalığına Türkiye'ye gelip, her akşam saat 19'dan itibaren Türk televizyonlarını bir izleseler... Bu süre içinde kaç politikacının kaç gece kaç kanalda "sahneye çıktığına" şaşarlardı. Şunu da görürlerdi:
Ülkenin en yüksek yöneticileri her gece ya her kanalda, ya da her gece bir başka kanalda. Bu yüksek yöneticiler her yerde hep aynı soğuk yüz ifadeleri, aynı donukluk (yani "
devlet adamlığı" (!)), aynı ufuksuzluk ve aynı popülistlikle aynı şeyleri söylemektedir.
Karşılarında da el pençe divan, onları sorgulayamayan, onların hınk deyicisi, onlara bağımlı bir "danışıklı" medya takımı.
İngiliz televizyoncular, ayrıca her haber bülteninde devletin en yüksek yöneticilerine (özel televizyonlarda bile) ne kadar çok süre ayrıldığına şaşarlardı.
Çankaya Köşkü'ne veya Anayasa Mahkemesi'ne veya Başbakanlık binasına giren ve çıkan arabaların neden döne döne gösterildiğine şaşarlardı. Neden, bu toplantıların arka planına ilişkin daha anlamlı görüntüler kullanılmadığını, neden kolaya kaçılıp "ortalık yerdeki" görüntülerin her gece her gece her gece usanmadan gösterildiğini sorarlardı.