Zaman su gibi akıyor.
Tutamazsın, bir kutuya hapsedemezsin.
Ancak hafızanda mühürleyebilirsin.
Yaptıklarınla anılara dönüştürür, anımsarsın.
Yazı yazmakta zamanı mühürlemenin bir yolu.
Hem de çok güzel bir yolu.
Bunlar bir anda Milliyet Ege’nin 25. yılı nedeniyle bir yazı yazmam gerektiğinde aklıma düştü.
Gerçekten bu kervana ne zaman katıldığımı anımsamakta güçlük çektim.
Bir telaş, arşivimde dolaşmaya başladım.
2012 yılının Ekim ayında kervana katılmışım.
Anımsıyorum, köşemin adının ne olması konusu birkaç gün kafamı yormuştu.
Sonunda aklıma ilk gelen “Sinema Salonu” başlığında karar kılmıştım.
Küçüklüğümde, evde bir sinema salonum olduğunu hayal ederdim.
Çizdiğim afişleri bir tahta pano üzerine yapıştırır, gösterimdeki filmleri ev halkına duyururdum.
Salonumda gösterime giren yeni filmlerle birlikte afişler değişirdi.
Bu sefer sinema salonumu Milliyet Ege’de açayım dedim.
İlk yıllarda pazar günü açılırdı salonum.
Cuma vizyona giren yeni filmleri izler, pazar günü için hazırlardım.
Pandemi nedeniyle artık cuma günlerinin sinema büyüsü de kalmadı.
Beklediğim filmleri o gün, arka arkaya izleyip, geç saatlere kadar pür telaş yazılarını yazardım.
Uykusuzluk ve yorgunluk dolu bir gecenin sonunda yazdıklarımı gazeteye geçmeden önce, son bir kez yorgun gözlerle okur, mutlulukla tuşa basardım.
Artık salonlar kapalı böyle bir telaşa mahal yok.
Fakat ben bu yorgunluğun tiryakisiyim. Arıyorum, özlüyorum. En kısa zamanda sinema salonlarının açılması dileğiyle. Milliyet Ege kervanıyla da daha nice yıllar yolculuğum devam etsin diyorum.