“Sonsuz Siper” İspanyol Sineması’ndan son yıllarda çıkan en dikkat çekici filmlerden. Yönetmen üçlüsü Aitor Arregi, Jon Garano, Jose Mari Goenaga ülkelerinin yaşadığı çalkantılı 36 yılın hikayesini çekirdek bir ailenin başından geçenler üzerinden anlatıyor. 1936’da başlıyor öykü. 1933’te patlayan ve 3 yıl süren İspanya İç Savaşı Franco’nun komutasındaki Milliyetçi cephenin kazanmasıyla sonuçlanmış, kaybeden Cumhuriyetçiler için insan avı başlamıştır. Her mahallede türeyen ispiyoncular kolluk kuvvetleriyle ortak çalışarak birçok insanın başını yakmaktadır. Yargısız infaz sokak ortasında, idam sehpasında veya zindanlarda çürüyerek gerçekleşir. Yeni evli Higinio ve Rosa çiftinin böyle bir gammazlama sonucu karartılan hayatlarına, dönemin şartlarıyla tanık oluyoruz.
Kapı komşuları Gonzalo (Vicenta Vergara) tarafından ihbar edilen Cumhuriyet taraftarı Higinio, can havliyle askerlerin elinden kaçıp kurtulur. Gizlice evine döner ve evin altında hazırlamış oldukları sığınakta saklanmaya başlar. Karısı Rosa komşulara karşı kayıp kocasını bekleyen, geçimini terzilikle kazanan kadın rolü oynamaya başlar. Bu durum yıllarca sürer. Bu ara 2. Dünya Savaşı başlamıştır. Cumhuriyetçiler ise faşist Franco tarafından hala savaş suçlusu sayılmaktadır. Gizli, saklı süren bir evlilik yaşamının ağırlığı çiftin üzerine gittikçe artarak çöker. Tartışmalar ve suçlamalar başlar. Ne kadar süreceği belli olmayan bir saklanmanın, yakalanma korkusunun Higinio üzerindeki baskısı, dayanılmaz noktalara gelir.
Film üç yönetmenin ortak eseri. Epizodik olarak adlandırılmış kısa bölümlerden kurulu film: saklanmak, müttefik, izolasyon, değişmek, ortaya çıkamamak, genel af gibi… Ortak sinema dili ve kesintisiz anlatımın mükemmelliği kadar, görsel kadraj seçimleri sıra dışı güzellikte. Higinio’nun bakış açısından duvardaki delikten veya bir aralıktan izlediğimiz çoğu sahne seyirciyi karakterin korkusuyla, endişesiyle eşleştiriyor. Ses kuşağında döşemenin gıcırtısı, kapı menteşesinin sesi, ayak sesleri gerilimi zirveye taşıyor.
Evlere kapalı kaldığımız, zaman zaman sıkıldığımız şu günlerde yaşananlar, gerginlikler daha iyi anlaşılabilir durumda. Higinio’nun sürekli kaçan, saklanan bir erkek olarak ataerkil rolünü sorguladığı, kendini bir erkek olarak güçsüz hissettiği kırılgan psikoloji, Antonio de la Torre’nun muhteşem oyunculuğunda şekilleniyor. Tabi ki burada esas suçlu olan faşist idarenin ve ona kul köle olanların yaşattıkları. İnsanoğlunun içindeki tüm kiri, pası kullanan bir politik idarenin 1933-1969 arası, öyküde 36 yıl boyu sürüyor olması ayrı bir tartışma konusu. Film politik istismarı mağdurların yaşamı üzerinden işliyor. Dünyada olan biteni bizde Higinio gibi radyodan, eşine sorduklarından veya sonradan eve gelen TV üzerinden öğreniyoruz.
Geçen olayların gerçek yaşamdan alındığını, 1969’da genel af sonrası insanların içlerindeki korkuyu atamadıkları için saklanmayı sürdürdükleri ve köstebek olarak adlandırıldıklarını öğreniyoruz. İnsanın gözleri karanlığa alışmaya görsün, ışıkta göremezler.
Bol ödüllü bu İspanyol filminde oyunculuk kalitesi olarak Higinio’da Torre’nin ve Rosa’da Bélen Cuesta’nın hakkını vermek lazım. Son zamanlarda izlediğim en muhteşem oyunculuklar.