‘Yurttaş’ Kane, yıllardır sinema insanları arasındaki oylamalarda tüm zamanların en iyi filmi olarak, çoğu kez kazanan olur. 1942 yılı için devrim sayılabilecek, bir hikâye akışının ve kamera açılarının kullanıldığı film, daha 24 yaşında genç bir yönetmen olan Orson Welles’in ilk uzun metrajında, Hollywood semalarına yükselişini müjdeledi. Charles Foster Kane adlı bir adamın, çocukluktan ele alarak yükselişini, her şeyi satın alabildiği zenginliğini, politikaya olan müdahalelerini, içsel yalnızlığını ve kendisiyle yapamadığı yüzleşmesini anlatır. Hollywood’un ticari hedeflerinin büyük olduğu 30’lu yıllarda, sanatsal dokunuşları olan ilk film sayılabilir. Hollywood, filme 1942 Oscar’larında 8 adaylıktan sadece senaryo ödülü verdi. Film, zaman içinde, Welles için hem büyük bir çıkış hem de laneti oldu. Başkarakter olarak yaşamöyküsünü anlattığı Kane’in gerçekte, 30’lu yılların büyük medya imparatoru William Randolph Hearst ile örtüşmesi, Welles’in başına çorap örer. Hearst, sahibi olduğu onca gazetede kara propaganda başlatır. Yalan haberlerle özel hayatından komünist olduğuna kadar çeşitli karalamalarla Welles’e hayatı zorlaştırır. Filmi gösterimden kaldırmak için tüm siyasi, sosyal ilişkilerini zorlar. Bu dönem sonrasında Welles, Hollywood’da birçok kısıtlamayla karşılaşır, işsiz kalır ve Avrupa’ya gitmek zorunda kalır.
‘Mank’, ‘Yurttaş Kane’in senaryo yazım aşamasını anlatırken, dönemin sosyal ve politik yaşamına ışık tutan bir film olduğunu söylüyor. Filmin yönetmen koltuğunda son yıllarda sinemadan çok TV dizisi ‘Mindhunter’a konsantre olmuş David Fincher’in olması ve 6 yıl sonunda yeniden bir uzun metraja hayat vermesi, sinemaseverler için heyecan verici. Senaryosunun gazeteci/yazar babası Jack Fincher tarafından kaleme alınmış olması, yönetmenin yıllardır planladığı bir proje olması, beklentiyi yükselten unsurlardı.
Restore edilmiş!
Fincher siyah beyaz, yer yer grenlenen karelerde 30’lu-40’lı yıllarda çekilmiş eski bir film havası vermeyi başarmış. Eski film duygusunu artırmak için eski filmlerdeki bobin değişimini işaret eden, sağ üst köşedeki halkaları bile ihmal etmemiş. Sanki tozlu raftan indirilip restore edilmiş bir film izliyoruz. Hollywood ile politika arasındaki yakın ilişkinin esas işlemek istediği mesele olduğu, yavaş yavaş öne çıkıyor. Hollywood sinemasının kitleler üzerindeki propaganda gücünün, çıkarlar doğrultusunda nasıl istismar edildiğini gözler önüne seriyor. Sol eğilimli yazar Sinclair’in başkanlık yarışında bir propaganda filmiyle nasıl geride bırakıldığını örnekliyor. Muhafazakâr bakış açısının, Hollywood için vazgeçilmez bir unsur olduğunu vurguluyor.
Filmin en etkileyici sekanslarından birisi, Mank’in, Don Kişot’u anlattığı sirk temalı balo olmuş. İçindeki tüm isyanı Cervantes’in roman kahramanı üzerinden sözcüklere döker. Bu arada Orson Welles’in 1972’de Mank’in ölümünden çok sonra Don Kişot filmi yaptığını da belirtelim. Sonuçta her ikisi de sistemin parçası olmayı içten reddeden karakterlerdir.
Gary Oldman bir kez daha Oscar’lık bir oyunculukla Mank karakterine hayat veriyor. Amanda Seyfried, aktris Marion rolünde, en iyi oyunculuğu olabilecek bir performans gösteriyor. Yılların oyuncusu Charles Dance, gazete patronu Hearst’de, Thalberg’de Ferdinand Kingsley, sekreter Rita’da Lilly Collins diğer iyi oyunculuklara oranla biraz daha öne çıkıyorlar. Görüntü yönetmeni Erik Masserschmidt, prodüksiyon tasarımcısı Donald Graham Burt, tek kelimeyle harika işler yapmışlar.
Sinemanın olmadığı günlerde gerçek sinemayı bize tekrar hatırlatan bu filme saygı duymamak mümkün değil. Hollywood’a içten bakan, ışıltılı yaşamın arkasındaki karanlığı anlatan filmler arasında öne çıkan bir yapım. Her şeyden önce hep yönetmen isminin anıldığı sinema evreninde senaristlere saygıyı hatırlatan bir film.