Didem Özel Tümer

Didem Özel Tümer

didem.tumer@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

ABD Başkanı Donald Trump bu kez de Dünya Sağlık Örgütü’nü (DSÖ) hedef tahtasına oturttu malum. Örgütü, bütçesine sağladığı kaynakla tehdit ediyor. Yaygın kanaat; kasımda seçime gidecek Trump’ın, başta hafife alıp, dalga geçtiği salgının ekonomide ve istihdamda ortaya çıkardığı faturayı DSÖ’ye yönlendirmeye çalıştığı. Öte yandan Trump pek de yalnız değil. Bazı Avrupa ülkeleri de örgütü uyarıda geç kaldığı için suçluyor. En nihayetinde ortada kuruluş amacı dünya devletlerinin bulaşıcı hastalıklarla birlikte mücadele etmesini sağlamak olan, üstüne üstlük son 20 yılda domuz gribi, Ebola, SARS, MERS gibi üst üste salgınları deneyimlemiş bir örgüt var.

Haberin Devamı

Ancak Gazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı ve aynı zamanda aynı üniversitenin Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı ve İş ve Meslek Hastalıkları Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Mustafa Necmi İlhan, DSÖ’yü tartışırken birkaç noktanın akılda tutulması gerektiğine dikkat çekiyor.

DSÖ’nun kuruluş anlaşması 1946’da imzalanıyor ama 1800’lü yıllardan itibaren dünya esas sorunu haline gelen veba, humma, kolera gibi bulaşıcı hastalıkları tartışıyor. Tüm bu dönemlerde ortalama yaşam süresi 40-50’ler. 70-80’li yaşlara nadiren rastlanırken hipertansiyon, astım, diyabet, kanser gibi kronik hastalıklar da daha az. Prof. İlhan insan ömrü uzadıkça, gündemdeki konuların ağırlığının da arttığını belirtiyor. “100 yıl önce daha çok hastalıkların tedavisine yönelinmişken, şimdi daha çok hastalıklardan korunmayı, risk faktörlerini konuşuyoruz” diyen İlhan sözlerini şöyle sürdürüyor: Bu konuşmayı 30 yıl önce yapıyor olsaydık, bulaşıcı hastalıklar, yaşam biçimleriyle ilgili çalışmalar yapılsın diyebilirdik. Ama bugün DSÖ’nün tek ilgi alanı tabii ki bulaşıcı hastalıklar değil. Hipertansiyon, diyabet, tütün kullanımının kontrol edilmesi, obezitenin engellenmesi, ruh sağlığının korunması, ileri yaşa bağlı demans gibi bilişsel bozukluklar. DSÖ bulaşıcı hastalıkları ihmal etmiyor ama artık bunları da hedef olarak alıyor.

KOVID 19 gibisi görülmedi

Haberin Devamı

Peki DSÖ’nün ders çıkarmamakla eleştirildiği Ebola, SARS ve MERS salgınları? İlhan, Batı Afrika’da 2014-2017 döneminde 30 bin kişiye bulaşan, 11 bin kişinin yaşamını yitirmesine neden olan Ebola’nın ortaya çıktığı bölgede sınırlı kaldığını belirtiyor. Pandemi haline gelen salgınlara ilk örnek olarak gösterilen, bulaşıcılığı ve öldürücülüğü yüksek SARS; 2002’de yine ilk Çin’de görülmesinin ardından 37 ülkede etkili oluyor. 2012’de Suudi Arabistan’da tanımlanan MERS ise daha çok Orta Doğu’da sınırlı kalıyor. Kasım 2019 itibariyle 858 ilişkili ölüm var. İlhan şöyle toparlıyor: KOVID-19 daha önce görülmemiş boyutta bir salgın, Ebola Afrika’da, SARS Asya’da sınırlıydı, MERS de öyle.

DSÖ’nün bu salgınlardan sonra ülkelere pandemi planlarını hazırlamasını tavsiye ettiğini hatırlatan Prof. İlhan, Türkiye’nin 2019’da planını güncellediğini söylüyor. İlhan, 2005’te güncellenen DSÖ Sağlık Tüzüğü’nün 43. Maddesini de vurguluyor. Buna göre devletler salgının yayılmasını engellemek için seyahat kısıtlanması, bagaj, konteyner, taşıt giriş çıkışlara dönük önlemleri almakla ve 48 saat içinde de bildirim yapmakla yükümlü. Tıpkı DSÖ anayasasına imza atan her ülkenin vaka bildirimi yapması gerektiği gibi. Özetle Prof. Dr. İlhan, DSÖ’den önce Çin’in eleştirilebileceğini belirtiyor. Çin’de vakaların aralık başlarında görülmesine karşın en erken bildirimin 31 Aralık’ta yapıldığı anlaşılıyor.

Haberin Devamı

Yoksa sağlık kaydını kim tutacak?

DSÖ’ye tartışmasız ihtiyaç olduğunu söyleyen Prof. İlhan, “O olmasa dünyada tüm sağlık kaydını kim tutacak?” diye soruyor ve ekliyor, “Eğer böyle bir organizasyon olmazsa, para sahibi ülkeler kendi lehlerine bu kayıtları tutabilecekleri gibi ticarileşebilen sağlık ürünlerinde de piyasada tekelleşme, kartelleşme sağlayabilirler.”

Ancak İlhan bu saptamalara karşın DSÖ’nün bazı açmazları ve reforma tabi tutulması gereken yönleri olduğuna dikkat çekiyor: SARS ve MERS’te çok kayıp olmadığı için aşı geliştirme çalışmaları, tedavi ile ilgili çalışmalar DSÖ tarafından çok da teşvik edilmedi. Özellikle SARS’ta aşı çalışmaları bugünkü gibi fonlansaydı belki KOVID-19’da elimiz çok daha rahat olacaktı. DSÖ bu noktada; ‘bir sorun çıktı, bitti, orada kaldı’ gibi bir yaklaşım benimsediği için eleştirilebilir.

Pandemi sonrasında DSÖ’nün yapılanmasında değişikliğe gitmesinin yararlı olabileceğini söyleyen Prof. İlhan, kudretli bir merkez ile bölge ve alt teşkilatların merkezin politikalarını uyguladığı bir yapıdan, bölgesel teşkilatların daha kudretli olduğu ve merkezin daha çok istişare grubu gibi çalıştığı bir yapıya geçilmesini öneriyor. “Avrupa, Asya, ABD, Latin Amerika başlı başına güçlü bölgesel gruplar olarak, tıpkı ülkeler gibi bir araya gelerek konuşmalı. DSÖ çok merkezi. Bu nedenle yerel ile iletişimi daha az oluyor” diyor Prof. İlhan. Bir adım daha ileri giderek önerisini şöyle geliştiriyor: Bazı ülkelerde sadece hükümetlerle işbirliği yapma yoluna gidiyor. Ama hükümetler her zaman doğru bilgi vermeyebilirler. Dolayısıyla akademisyenler, STK’lar,  yerel karar vericiler, ileri gelenlerle de işbirliği yapması gerekir. Çin’de sadece hükümeti dinlediği, doktorları dinlemediği eleştirisi oldu mesela. Yerelde her ülkeye özgü danışma kurulları oluşturulabilir. Böylece yerelden başlayarak merkeze doğru erken uyarı sistemlerinin gözden geçirilerek daha etkin olması sağlanabilir.

Son kertede, DSÖ’ye yönelik bir çok eleştiri var, siyasi bir kurum olduğundan, fazla bürokratik olduğuna kadar... Ona olan ihtiyaç ortadan kalkmasa da, yapısal sorunlarını ciddi bir reforma tabi tutmadığı sürece gözlerin üzerinde olacağı aşikar.