Kıbrıs’ın Türk ve Rum tarafları önümüzdeki ay Cenevre’de BM Genel Sekreteri’nin evsahipliğinde garantör ülkelerin de katılacağı gayri resmi toplantıda bir araya gelecek. Bu buluşma, BM Genel Kurulu’nun ardından gerçekleşen gayri resmi yemeğin devamı niteliğinde olacak. İki buluşma arasında atlatılan bir deneyim ise mart toplantısından ne beklenebileceğine dair fikir verici nitelikteydi. Deneyime “kapı testi” de diyebiliriz.
KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar, New York’taki yemekte muhatabı Rum lider Nikos Hristodulidis’e iki taraf arasındaki hali hazırdaki 9 kapının sayısını artırmayı önerdi. Bu çerçevede 20 Ocak 2025’te BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Özel Temsilcisi ve Kıbrıs’taki BM Barış Gücü (UNFICYP) Misyon Şefi Colin Stewart’ın ara bölgedeki ikametgahında liderler tekrar görüştüler. Tatar, Rum tarafına Haspolat kapısının yanı sıra Akıncılar’dan da bir kapı açılmasını önerdi. Böylece geçişler özellikle yaz aylarında rahatlayacak, Metehan kapısındaki sıkılışlık hafifletilebilecekti. Ancak bir kez daha görüldü ki taraflar için kapı meselesi de ayrı anlamlar ifade ediyor. Çünkü Hristodulidis’in karşı önerisi Kiracıköy ve Erenköy’den transit geçiş talebi oldu. Yani yeni sınır kapısı falan açmak istemiyordu. Hatta bununla sınırlı kalmadı, başka “fikirlerinin” de olduğu sekiz maddelik bir teklif sundu ve şöyle dedi, “söz konusu paketin, parça parça değil tamamen kabul edilmesi gerekir”. Yaşanmışlıklardan zerrece ders çıkarılmadığının bir göstergesi olan dayatmacı ve üstenci tavır aynıyla devam etti.
Hristodulis’in “mantığa aykırı” bulunan önerileri Türk tarafınca reddedildi. Çünkü bu öneri KKTC topraklarını içinden geçilecek bir koridor olarak kullanmak, bir başka deyişle “askeri bölgenin delinmek istendiğini” ortaya koydu. Ve bir kez daha bu tavırla, hele de Mart’a doğru giderken Kıbrıs konusuna genel olarak nasıl yaklaştığını yansıtılmış oldu. Çözüm yerine yokuşa sürme anlayışında olunduğu gösterildi.
Kuzey görülmesin çabası
Kıbrıslı Türkler, sınır kapılarını kuzeyle güneyin arasındaki gidiş geliş ile temasını artacağı bir imkan olarak görüyor. Ancak bu Rum yönetimi açısından kuzeyin ayrı bir devlet olduğunu bir kez daha onaylamak anlamına geldiği için rahatsızlık kaynağı. Bunun yanında kuzeyin, güneyden çok daha uygun fiyatlarıyla ve kalitesiyle sadece Rumlar değil yabancı turistler tarafından tercih edilmesinin de bir başka neden olduğu belirtiliyor. Kuzeye her bir geçiş, güney açısından gelir kaybı demek. “İllegal” dediği Türk tarafına ilave gelir sağlamak üstüne üstlük, Ada’nın işgal altında falan olmadığının da görülmesi. Rum yönetimi açısından her halükarda kaybet kaybet durumu yani.
Konuya yakın kaynaklara göre, Türk tarafının önerdiği şekilde iki yeni sınır kapısı daha açılmış olsa Cenevre buluşmasına çok daha olumlu bir atmosferde gitmek mümkün olabilirdi. Çünkü bu hâlâ en ufak bir konuda bile anlaşma gayreti olmadığının teyidi oldu.
Peki bir müzakere olmayacağı, görüş alışverişi ile sınırlı kalınacağı bilinen Mart’taki Cenevre buluşması ne kazandırır? Belli ki sadece “gerçekliğin kabullenilmesi gerektiğini” bir kez daha söylemeyi. Türk tarafı tezini tekrar etme imkanını elde edecek ve “federasyon diye diretmenin anlamı var mı?” diyebilecek. KKTC’nin Ankara Büyükelçisi İsmet Korukoğlu’na, geçtiğimiz haftalarda yaptığımız sohbette, ‘Cenevre’de iki devletli çözümün kabul edilmemesi halinde artık ne olur?’ diye sormuştum. “O zaman herkesin kendi yoluna gitmesi gerekiyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın son üç dönemdir genel kurulda yaptığı açıklamaya bakmamız gerekecek. ‘KKTC’yi tanıyın’ diye genel kuruldaki tüm devletlere çağrı yapmıştır. Bu çağrıyı kendimize yol haritası belirliyoruz” demişti. Rumlar 1968’den bu yana olduğu gibi bir girişimi daha akamete uğratacak bir tavır içinde olursa KKTC’nin tanınma yolundaki çabasını daha da hızlandırmış olacak. Bugüne kadar soğukkanlı yaklaşılan “agresif” tavırlarına ayniyle mukabele edilmesinin de önünün açılacağına şüphe yok.