Gymnich, Avrupa Birliği (AB) Gayriresmi Dışişleri Bakanları Toplantısı’na verilen ad. Türkiye bu toplantıya beş yıl aradan sonra davet edildi. Haberi görünce aklıma Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın, Mayıs’ta AB Komşuluk ve Genişleme Komiseri Oliver Varhelyi’nin ziyaretindeki ortak basın toplantısında “Biz her zaman için Türkiye-AB ilişkilerinin olumlu yönde sürekli bir tuğla üste koyarak devam etmesini hükümet ve devlet olarak istiyoruz” sözü geldi. Başlıktaki soru bu söze atıfla soruldu.
Fidan, o toplantıda ayrıca, “Türkiye’nin AB için stratejik önemi nedir sorusuna cevabı ilk önce Avrupalı dostlarımızın vermesi gerekiyor. Ben Ankara’dan baktığım zaman gördüğüm manzara biraz daha farklı...” demişti. Acaba AB son yıllarda Türkiye’ye karşı Fidan’ın ifadesiyle “gündelik çıkar ve ihtiyaçlar üzerinden şekillendirdiği politika”yı bir kenara bırakıyor ve bakış açısını mı değiştiriyor? Fidan’ın aldığı davet nasıl yorumlanmalı?
İktisadi Kalkınma Vakfı (İKV) Genel Sekreteri ve Yıldız Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Çiğdem Nas’a bunu sordum. Nas, daveti ve bakan Fidan’ın katılımını, “Hem bölgesel sorunların artan önemi ve bunun AB’nin Türkiye ile güvenlik ve dış politika konularında daha fazla istişarede bulunmasına önem vermesi ile açıklanabilir, hem de Türkiye ve AB arasında üyelik sürecinin dışında bir stratejik ilişki kurma çabalarının bir göstergesi olarak değerlendirilebilir” dedi.
Yunanistan sürecinin yansıması olabilir
2023 Kasım’ında yayınlanan Borrell-Varhelyi Raporu, ilişkilerin geliştirilmesine yönelik bazı önerilerde bulunmuştu. Bunların arasında Dışişleri Bakanının Gymnich toplantılarına davet edilmesi de vardı. Nas, nisan ayında AB liderlerinin raporu görüşmesinden sonra AB üye devletlerinin Daimi Temsilcilerinden oluşan Coreper’i görevlendirdiğini ve ticaret konulu yüksek düzeyli diyalog sürecinin de başlatıldığını hatırlattı. Dolayısıyla bundan önce atılmış iki adım daha var. 2023’de de Fidan’ın Gymncih’e davet edilmesinin gündemde olduğunu ancak GKRY buna karşı çıktığını belirten Nas şunları söyledi:
“Yunanistan ile yeni sürecin bir yansıması olarak GKRY’nin de ikna edildiği düşünülebilir. Ayrıca Macaristan Dönem Başkanlığı programında Türkiye ile ilişkilere önemli bir bölüm ayırmıştı ve Borrell - Varhelyi Raporunun önerilerinin dikkate alınmasını da önermişti. Bu açıdan da değerlendirebiliriz.
Macaristan dönem başkanlığı programında Kıbrıs’ta görüşmelerin yeniden başlamasının Türkiye AB işbirliğini geliştirebileceğinden de bahsetmişti. Ancak Türkiye’nin üyelik sürecinin canlanması ile pek ilgisi bulunmuyor. O konu hem siyasi kriterlere bağlı, hem de AB’nin entegrasyon kapasitesi ve Türkiye’yi alma niyetine bağlı.
Borrell Raporu doğrultusundaki girişimler ise üyelik sürecinin canlandırılmasından çok yeni bir stratejik ilişkinin tesisine hizmet ediyor ki orada da Kıbrıs meselesi önemli bir engel oluşturuyor. Gerek pozitif gündem gerekse Borrell raporunun en önemli unsurlarından olan Gümrük Birliği’nin yeniden müzakere edilerek güncellenmesi konusunda ise henüz bir gelişme yok.
Avrupa Komisyonunun von der Leyen’in ikinci döneminde şekillenmesi süreci de devam ediyor. Akdeniz’den sorumlu yeni bir komisyon üyeliği makamının oluşturulması gündemde. Bunun GKRY’ye verilmesi olasılığı gerçekleşirse yine Kıbrıs konusu kaynaklı gerilimler de öngörülebilir. Ancak yine de ortak bölgesel sorunların görüşülmesi, Dışişleri Bakanı’nın Gyminch’e davet edilmesi, Türkiye’nin Ukrayna ve Gazze gibi meselelerde çözüm sürecine dahil edilmesi gibi sonuçlar doğurabilir.”
Önce pandemi, arkasından Rusya - Ukrayna Savaşı, akabinde İsrail - Filistin çatışması yeni tehditlerin karmaşık ve çok boyutlu yapısına işaret ediyor. Ankara’nın bakış açısına göre sadece bu üç son dönem gelişmesi bile genişleme, enerji, terörle mücadele, güvenlik ve savunma gibi farklı politika alanlarında daha bütüncül bir yaklaşım izlenmesini zorunlu kılıyor. Türkiye tarihsel olarak önceliğini hep AB’den yana kullanmış olmasına ve bugün de bu yöndeki iradesini beyan etmesine rağmen, AB ilişkilere bakışını esaslı olarak değiştirmediği müddetçe bunun tek başına bir anlamı yok. Türkiye kapsamlı ve tutarlı bir strateji izlenmesi yönünde iradenin ortaklaşa ortaya koyulmasının, bölgede barış, istikrar ve refahın yeniden tesisine katkı sunacağını savunuyor. Fidan, “Onlar (AB) kimlik siyasetinden kurtulup, bunu stratejik bir çerçeveye ne zaman, nasıl taşırlar, o tabii ki onların bir tercihi. Ama biz onlar bu tercihi kullanmıyor diye kendi merkez ülke olma stratejimizden ve tarihsel yolculuğumuzdan vazgeçmeyeceğiz.” demişti. Bu davet, uluslararası gelişmeler karşısında Türkiye’nin önemini ve ilişkilerin geliştirilmesi gerekliliğinin AB tarafından da anlaşıldığına dair bir işaret olabilir. Brüksel belki de artık yavaş yavaş Fidan’ın dile getirdiği stratejik vizyonu ortaya koymaya hazırlanıyor.