Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Olağanüstü NATO Zirvesi dönüşünde “Türkiye-Fransa-İtalya olarak üçlü attığımız adımları yeniden hayata geçirmek için çalışmalarımızı sürdürme kararı aldık” dedi ve SAMP-T füzelerini üreten EUROSAM ile iş birliğine geri dönüleceğini açıkça ifade etti. Bu açıklama, Rusya’dan alınan S-400 sistemine bir alternatif değil, zira Türkiye geçmişte bu iş birliği ile yerli üretimini geliştireceğini düşünüyordu.
Kısa bir hatırlatma yapmak gerekirse, uzun menzilli hava savunma sistemi için 2010’da teklif duyuruları yapılmış, Çin, Rusya, ABD ve İtalya-Fransa’nın (EUROSAM) yarıştığı ihale sürecinde Çin’in FD-2000 sistemi öne çıkmış, sonra bundan vazgeçilip Rusya’dan S-400 alınması kararlaştırılmıştı. Anlaşma Nisan 2017’de yapılmıştı. (İlk parti S-400 sistemleri 2019 Temmuz’unda gelmişti.)
Nisan 2017’de yapılan S-400 anlaşmasına rağmen, bu tarihten üç ay sonra 14 Temmuz 2017’de Aselsan ve Roketsan fizibilite etüdü için EUROSAM ile çerçeve anlaşması yaptı, üç ülkenin Savunma Bakanları da Kasım 2017’de Savunma İş Birliği Anlaşması imzaladı. Bu anlaşmalarla Türkiye iki amaç taşıyordu:
2007’den bu yana geliştirdiği "Hisar-U” uzun menzilli füze savunma sistemine yabancı teknoloji sağlamak,
S-400’lerin NATO sistemine entegre edilememesi durumunda açıkta kalan alanlara dönük balistik füze risklerini engellemek. Çünkü EUROSAM’ın ürettiği “Aster-30 Block-1” modeli, Türkiye’ye yakın çevresinden yönelebilecek Scud, Şahab ve Fatih tipi füzelere karşı etkin bir savunma sistemi sağlayabilirdi,
Aster-30 Block-1’in bir üst modelinin, hava savunma firkateynine konuşlandırabileceği de hesap ediliyordu. Zaten o dönem de bunun görüşmeleri yapılmıştı ama sonra görüşmeler kesilmişti. (2019 Barış Pınarı Harekatı ve Doğu Akdeniz Navtex gerilimleri sebebiyle)
Özetle, Türkiye savunma sanayiinde önemli aşamalar kaydetti ancak yine de füze savunma sistemlerinde yerli üretim için “know-how” sahibi olmak istiyor. EUROSAM Konsonsiyumu ile yapılan çalışmalar bu açıdan önemli. Elbette S-400 üzerinde tartışmaların hala devam ettiği, konjonktür sebebiyle sistemin tam manasıyla devreye alınıp alınmayacağının sorgulandığı bir dönemde, yerli üretimin yollarını aramak da ayrıca anlamlı.
SAMP-T orta menzilli füze savunma sistemi
Menşei: Fransa-İtalya
Menzil: 120 km
Fırlatıcı başına füze sayısı: 8
Uzunluk: 4,9 metre
Ağırlık: 450 kg
Başlık ağırlığı: 15-20 kg
Gelecek haftanın gündemi
Gelecek hafta dünyanın gözünü çevireceği toplantı OPEC Bakanlar toplantısı olacak. Toplantının ana gündemi, Ukrayna savaşının ardından petrol fiyatlarında ortaya çıkan dalgalanma, halihazırda var olan arz eksikliğinin piyasayı daha da krize sürükleme ihtimali. Toplantıda özellikle Rus arzındaki kayıpları telafi etmek için atılabilecek adımlar tartışılacak. Bu anlamda gözler Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin açığı kapatmak için üretimi artırma kararı verip vermeyeceğinde olacak. Uzmanlar Batılı ülkelerin tüm hafta Riyad ve Abu Dabi’yi yakın markaja alacağını söylüyor.
Borell’in dilindeki Valhelyi’nin zikrindeki
Ukrayna savaşı devam ederken, Avrupa Birliği gelecek yıllar için öngördüğü güvenlik vizyonunu ortaya koyan “Stratejik Pusula”sını 21 Mart’ta onayladı. Belge yayınlanmadan tam 10 gün önce Antalya Diplomasi Forumu’nda AB Dış Politika ve Güvenlik Yüksek Temsilcisi Joseph Borrell’e “O pusula Türkiye’yi gösteriyor mu?” diye sormuştum, Borrell de soruma şu cevabı vermişti:
“Bu çatışma bizim Türkiye ile ilişkilerimizi güçlendirmemiz gerektiğini gösterdi. Bu savaş Türkiye’nin sadece bir ortak olarak değil bir aday olarak da önemini ortaya çıkardı. NATO ve Türkiye de ortaklarımız arasında. Türkiye NATO’nun en önemli üyelerinden biri çünkü en büyük ikinci ordusu ve Türkiye ile ilişkilerimizi güçlendirmemiz gerekiyor.”
Burada altı çizilmesi gereken kelime “aday.” Zira Borrell bu sözleri, bana AB’nin Genişlemeden Sorumlu Üyesi Oliver Varhelyi’nin sosyal medyada yaptığı paylaşımın akşamında söylemişti. Varhelyi, o paylaşımında Türkiye’yi sadece “ortak” olarak tanımlamış, “aday” ifadesini kullanmamış ve Türk yetkililerinin de tepkisini çekmişti. Bu açıdan Borrell’in Türkiye’yi “Sadece bir ortak değil, bir aday olarak” tanımlaması röportajın manşetiydi. Ama anlaşılan o ki, “Pusula”ya Borrell’in dilindeki değil, Varhelyi’nin zikrindeki yansımış. Birliğin içindeki iki yüksek temsilcinin görüş ayrılığına bakınca “Stratejik Pusula” benim açımdan çok şaşırtıcı değildi.
Bildiride iki yerde Türkiye’ye atıf yapıldı, ortaklarla ilişkiler bölümünde AB üyesi olmayan ama NATO üyesi olan ABD, Kanada ve İngiltere’ye ayrı bir paragraf ayrıldı, Türkiye o paragrafın içine bile giremedi. Bir sonraki paragrafta “Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası misyon ve operasyonlarına katkıda bulunan Türkiye ile karşılıklı yarar sağlayan bir ortaklık geliştirmeye bağlıyız” denildi ama “ancak” ifadesi eklenerek, “Bu iş birliği, gerilimi azaltmak için Türkiye’nin vereceği eşit taahhüdü gerektiriyor” şartı konuldu.
Oysa güvenlik risklerinin arttığı dünyada Türkiye ortaklarla iş birliğine önem veriyor ama anlaşılan o ki benzer irade -son dönemde Türkiye’ye yapılan ziyaretlere bakıldığında ulusal bazdaki durumdan farklı olarak- henüz AB’nin kurumsal bilincine yansımamış durumda.