Deniz Bayramoğlu

Deniz Bayramoğlu

deniz.bayramoglu@kanald.com.tr

Tüm Yazıları

Saraybosna 5 Nisan 1992’de Sırp askerleri tarafından kuşatıldı ve bu kuşatma 14 Aralık 1995’e kadar yani dört yıla yakın bir süre devam etti. Bu süre boyunca Sırp ordusu Saraybosna’da gerek keskin nişancılarla gerekse bombardımanlarla yüzlerce sivili katletti. 

Saraybosna savaştan bu yana çok değişti. Ama savaşın izleri hâlâ silinmemiş, açtığı yaralar iyileşememiş durumda. Çünkü anlatılmamış, açığa çıkmamış ve hesaplaşılmamış çok sayıda karanlık yüzü var bu savaşın. Bosna Hersek’te 9-13 Eylül tarihleri arasında yapılacak olan Uluslararası Belgesel Film Festivali’nde gösterime girecek olan “Saraybosna Safarisi” belgeselinde anlatılanlar gibi. 

Haberin Devamı

Miran Zupanic’in yönettiği Saraybosna Safarisi, özetle, Saraybosna kuşatması sırasında dünyanın dört bir yanından gelen zenginlerin para karşılığı nasıl insan öldürdüklerini anlatıyor. Bu kişiler önce Belgrad’a getirilmiş. Ardından da bazen helikopterle bazen de kara yoluyla Saraybosna’ya götürülmüşler; şehri çepeçevre kuşatan dağlarda mevzilenmiş Sırp askerlerinin yanına. Bu kişiler, bulundukları hâkim mevzide, yanlarındaki Sırp askerlerin koruması altında ellerine muhtemelen kendi silah koleksiyonundan bir silahı almış, hedefi 16 kat yakınlaştıran ve rüzgâr hızı ile mermi sapma oranını bile ölçen dürbünüyle hedefe nişan almış ve ateş etmiş. Hedefte bazen bir erkek, bazen bir kadın, bazen bir yaşlı, bazen bir genç ve hatta bazen bir çocuk varmış. Yine yönetmenin anlattıklarına göre, eğer vurulan Boşnak bir çocuk ise ödenen para daha yüksek oluyormuş. 

Organizasyonun büyüklüğüne bakılırsa bir hayli karmaşık bir ağ var karşımızda. Bu kişilerin bulundukları ülkedeki ilk kontaklarından lojistik hizmet verene, gittikleri yerlerde barındıranlardan rehberlik yapanlara, koruma hizmeti verenden parayı alanlara kadar çok kalabalık bir ekipten bahsediyoruz görünen o ki. Ve yine görünen o ki bu ekip silahlı ve tehlikeli bir yapı aynı zamanda. 

Bu ağın içinde yer almış olanların bazıları -çok azı- tüm tehlikelere rağmen konuşup yapılanları anlatıyor. Hatta insan avına katılan zenginlerin isimlerini dahi veriyorlar. Fakat bugüne kadar kesin ve resmi bir şekilde açığa çıkmış bir isim yok. Bir ismin resmen açığa çıkması ya da birilerinin resmen suçlanması da beklenmiyor. Niye derseniz, size yanıt niyetine sadece bir tek isim verebilirim: Jeffry Epstein. O ismin hikâyesi neden bu şer ağının ortaya çıkamayacağını net biçimde anlatıyor çünkü: 

Haberin Devamı

Yine de sonuç olarak net bir biçimde biliyoruz ki Saraybosna Safarisi denilen vahşet gerçekten yaşanmış. İnsanoğlunun ne derece alçalabileceğinin ve korkunçlaşabileceğinin bir sınırı yok gibi görünüyor. 

Geçen haftaya dair notlar

Hayatımda ilk defa kesintisiz 1.5 ay tatil yaptım. Elbette bir haberci olarak gündemle ilişkimi kesmem mümkün değil ama yine de tatilde bu ilişkiyi olabilecek en alt seviyeye indirdim. Pazartesi gününden bu yana da yeniden çalışmaya döndüm. Temmuz başına kıyasla ülkede ne değişti diye baktığımda gördüm ki: 

Vatandaşın genel durumunda bir değişiklik yok. Geçim sıkıntısı hâlâ en acil sorun olarak duruyor. 

Haberin Devamı

Şiddet olaylarında, silahlı saldırılarda, hırsızlık vakalarında, kadın cinayetlerinde de maalesef bir değişiklik yok. 

Ülkenin ruh sağlığının bozulduğuna delil olarak gördüğüm absürt haber sayısında ciddi bir artış var. 

Sosyal medyada göçmen karşıtlığı meselesi bir süredir tahtını sokak hayvanlarının hedef gösterilmesi meselesine kaptırmıştı. Şimdi durum yine değişiyor çünkü kamyonlardan kentlere dağılan kaçak göçmen videoları yeniden artmaya başladı. 

TV’lerde gerçekten ciddi bir tartışma ve siyaset programı kalmadığından sosyal medyadaki tartışma ve siyaset programları büyük atılım yapmış. Şaşıracak bir şey yok, siz ortalığı boş bırakırsanız birileri doldurur. Ama nasıl doldurur? 

Sosyal medyada tek kelime akımı başladı. Herkes kendisi için önemli olan bir kavramı, olayı yazıyor. Mesele tek kelime olması. Basit, yalın, anlaşılır bir şey değil mi? Tek kelime. Bu kadar basit. Değilmiş. 

Güç Yüzükleri başladı. İlk iki bölümü izledim. Prodüksiyon, vs. gayet iyi. Ama pozitif ayrımcılık ya da siyaseten doğruluk abartıldığında ortaya nasıl bir tuhaflık çıktığını görmek açısından da anlamlı. Tolkien’in tasarladığı dünya sana uymuyorsa ki uymayabilir, Tolkien sana ırkçı geliyorsa ki gelebilir, onun eserini çekmezsin. 

“Her azizin bir geçmişi, her günahkârın bir geleceği vardır” sözünü sık sık hatırladım bu hafta çeşitli vesilelerle. 

“Ben yazar Suat Derviş’im. Kimsenin karısı olarak yâd edilemem”. Suat Derviş’i tanımayan Türk kadını kalmasa keşke. Şimdi tanımak için bir fırsat var. “Ben Yazar Suat Derviş’im” sergisi 30 Eylül’e kadar Beyoğlu Avrupa Pasajı’nda olacak. Ücretsiz gezebilirsiniz. “Kadınların yıldızları gönüllerince seyretme hakları” için mücadele edenlere bin selam.