Türkiye’de, dünya çapında binlerce başarıya imza atabilecek milyonlarca genç kız ve kadın var. Onlardan bazılarının başarılarına bu hafta içinde tanık olduk. Mesela dünya kadınlar boks şampiyonasında Ayşe Çağırır, Buse Naz Çakıroğlu, Hatice Akbaş, Şennur Demir ve Busenaz Sürmeneli altın madalya alırken, Sema Çalışkan ve Elif Güneri bronz madalya elde etti.
Bu kadınların başarılarını herhangi bir Avrupalı ya da Amerikalı kadın sporcunun başarısıyla kıyaslamanız mümkün değil mesela. Daha evvel de yazmıştım; Batı’da tüm bir toplumsal yapı genç sporcuları desteklemek üzerine kuruluyken, burada önce aile, sonra okul, sonra eş, dost, akraba, ardından da geri kalan herkesi ikna etmeniz gerekiyor. Maalesef eğer bir futbolcu kadar büyük para kazanmıyorsa yaptığı spora “boş-beleş” bir iş gibi bakılıyor. Hele de kadın sporcular için durum çok daha zor. Onlar bir de gelenek ve erkek egemenliğiyle mücadele etmek zorunda kalıyor.
Gençliğimde bir süre boks, biraz kik boks, biraz da kendo çalıştım. Biraz diyorum çünkü hiçbirinde “Ben bu sporu yaptım” diyebilecek kadar uzun ve disiplinli çalışmadım. Ama her biri pek sevdiğim spor dalları olduğu için en azından temellerini hem pratik hem de teorik anlamda öğrenmeye çalıştım. Bunun dışında basketbol ve bisiklet de gündelik hayatımın bir parçası oldu hep. Gerçi son 2-3 yıldır gerek kitap çalışması gerek pandemi nedeniyle bir hayli gebeşleşmiş olsam da hâlâ hayat şartlarının düzenli spor yapmaya izin vereceği bir zamanın hayaliyle yaşıyorum.
Cuma akşamı oturup final maçlarının tamamını bu gözle izledim. Her bir sporcuyu tanımaya, anlamaya çalışarak. Mesela, 45-48 kiloda ringe çıkan Ayşe Çağırır’ın seri yumruklarını, Buse Naz Çakıroğlu’nun adeta yazılmış bir senaryoyu hayat geçirdiği maçı, Hatice Akbaş’ın hızı, kontrolü ve rakibinin baskısına misliyle mukabelesini, Busenaz Sürmeneli’nin rakibine ringi dar edip, maç sonunda kolbastı oynamasını, Şennur Demir’in yıldız saydıran sol kroşesini bu sayede fark ettim. Dünya çapında bir sporcu olmanın, hele de Olimpiyat oyuncusu olmanın ne demek olduğunu o zaman çok daha iyi anladım. Herkesin de anlayacağı dille söyleyeyim; bu “kodu mu oturtur” hepsi. Şaka değil. (Bir spor müsabakasından bahsediyoruz dolayısıyla yakışık almaz diye söylememiştim, Çakıroğlu mesela rakibini bildiğiniz dövmeye çıkmıştı ringe, bayağı da bir dövdü zaten.)
Bu hafta bu zaferlerle gururlanırken, başka bir spor müsabakasından gelen görüntülerle de derin bir üzüntü duyduk. Diyarbakır’da, Türkiye Gençler İl Seçmeleri Tekvando karşılaşmasında rakibine yenilen çok genç bir kadın sporcu (hatta kız çocuğu) antrenöründen herkesin gözü önünde feci bir tokat yedi. Buraya döneceğiz.
Bir kişiye yönelik şiddet, onun beden dokunulmazlığının ihlali çok ağır suç olmalı. Şimdi kimileri aynı mantıktan hareketle, boks ve tekvando gibi sporların spor kabul edilmemesi gerektiğini, bunların şiddeti özendirdiğini söyleyebilir. Kısmen katılabilirim de bu görüşe. Ama tüm bu sporların çok sert kuralları ve kesin etik kurallarının olduğunu da unutmamanız lazım. Nerelere vurabileceğiniz, nasıl müsabaka edeceğiniz titiz kurallarla belirlenmiştir. Mesela yukarıda bahsettiğimiz boksör kadınlar ringde oyunun kurallarına bağlı oldukları gibi gündelik hayatlarını bu etik kodlara göre yaşarlar. Onları saçma sapan olayların içinde görmezsiniz.
Diyarbakır’daki olay şöyle oluyor görüntülere göre: Maç sonunda antrenör rakip oyuncuyu tebrik ediyor. Elini kendi sporcusunun ensesine koyuyor ve bir saniye sonra gayet sert bir tokat atıyor. Antrenör özür diledi ama kadın sporcuların nasıl bir baskıyla mücadele ettiğini, geleneğin baskısının ne denli güçlü olduğunu hep beraber gördüğümüz bir süreç izledik sonra.
Yukarıda adını saydığım altın madalyalı sporcuların aileleri onları sonuna kadar büyük bir inançla desteklemiştir eminim. Zaten aile desteği olmadan dünya klasmanında sporcu olamıyorsunuz. Ama Diyarbakır’da yaşanan olay özellikle kadın sporcuların maalesef önce kendi toplumlarıyla mücadele ettiklerinin en can yakan ama en net kanıtı oldu.
Görüntüleri izlerken aklıma bir de şu takıldı: Antrenör o tokadı attığında sporcu dönüp ağzının ortasına bir sağ kroşe oturtsa ne olurdu?
Sahi, ne olurdu?