Deniz Bayramoğlu

Deniz Bayramoğlu

deniz.bayramoglu@kanald.com.tr

Tüm Yazıları

Sosyal ağlar hayatımızda gerçekten çok önemli bir yer tutmaya başladı. Ülkemizde internet erişim oranı yüzde 85-90 civarında. Bu kitlenin de kabaca yüzde 80’i de bir sosyal ağın kullanıcısı durumunda. Yani sosyal ağlarda çeşitli yaş gruplarından 60-70 milyona yakın insan var. Bu insanların sosyal ağlarda geçirdikleri zaman ise ortalama 2-3 saat civarında. Bir insanın günlük zaman kullanım dağılımını düşündüğümüzde bunun çok ciddi bir zaman dilimi olduğu ortada.

Bu alan da siyasetçiye kaçırılamayacak kadar önemli bir fırsat sunuyor. Nitekim hem dünyada hem de Türkiye’de gün geçtikçe artan sayıda siyasetçi bu mecralarda açtıkları hesaplarla kitlelere seslenmeye başlıyor. Çünkü bu mecralar siyasetçilere mesajlarını kitlelere ulaştırmak açısından hem çok ucuz hem de çok etkili bir kanal sunuyor. Özellikle de siyasi aktörlerin bizdeki gibi çok fazla sayıda bulunduğu ve sosyal ağ nüfusunun da yine bizdeki gibi çok yüksek olduğu toplumlarda vazgeçilmez bir alan sosyal ağlar.

Haberin Devamı

Ağırlıklı olarak hangi ağlardan bahsediyoruz peki? Kullanıcı sayılarına göre baktığımızda yüzde 71 ile ilk sırada WhatsApp’ı görüyoruz. Ardından yüzde 70 ile Instagram, yüzde 63 ile Youtube, yüzde 49 ile Facebook ve yüzde 42 ile Twitter’ın geldiğini görüyoruz. Bunun yanında bir de diğerlerine kıyasla daha yeni olan SnapChat, Twitch ve TikTok gibi mecralar var. Bunların arasında özellikle de TikTok, 27 milyona yaklaşan kullanıcı sayısıyla dikkat çekiyor. Ve en azından benim gördüğüm kadarıyla bugünlerde diğer mecralara kıyasla mesajları kitleye aktarma açısından daha etkili bir görüntü sergiliyor.

Bu yeni ve devasa yapı her gün yeni bir noktaya doğru evrilirken siyasi iletişim dilini hem içerik hem teknik anlamda dönüştürüyor. Bu mecraların kendi özellikleri, kısıtlamaları (yazı uzunluğu, fotoğraf boyutu ve video formatı, müzik, efekt, vs.) ve algoritmaları da bu dönüşümü hızlandırıyor. Örneğin Tiktok’ta telefonla çekilmiş yatay video kullanmak yerine dikey video kullanımı izlenirliği artırıyor. Ya da herhangi bir mecrada profesyonel bir yaklaşımla, stüdyo ışıkları ve bir senaryoyla çekilmiş şıkır şıkır, full HD, 8K bir görüntü yerine telefonla çekilmiş amatör görünümlü bir video daha çok etki uyandırıyor. Mesela Twitter’in mavi işaretlilere sunduğu tek iletide destan yazabilme özelliğini kullanıp tek bir ileti yazmak yerine aynı mesajı bölerek bir akış (flood) halinde sunmak okunurluğu artırıyor. Daha da önemlisi, mesaj kısaldıkça okunurluk oranı, video kısaldıkça izlenirliği artıyor. Tabii bu çerçevede bir de kritik kısalık eşiği var. Çok kısa yazı veya video da mesajın derinlikli bir şekilde karşıya geçmesini engelliyor.

Haberin Devamı

Artık her bir partinin ve liderin ciddi bir sosyal medya ekibine ihtiyacı var. Bu ekip hem teknik hem de içerik üretimi konusunda yetkin isimlerden oluşmalı. Ekipte sosyologlar ve siyaset bilimciler de bulunmalı. Bu ekip kendi adayını takip ettiği gibi, diğer adayları da yakından takip etmeli. Sadece bununla da kalmayıp sosyal medya trendlerini, öne çıkan olayları, gelişmeleri akımları takip etmeli. Bunları siyasi iletişim uzmanları ile tartışıp ihtiyaç varsa bu çerçevede üretimler yapmalı. Her bir sosyal ağın iletişim dil ve yöntemi farklı olduğu için de her bir ağ için ayrı bir çalışma yapılmalı. Twitter’a koyduğunuz bir videoyu aynen alıp TikTok’a koyamaz, Instagram için çekilmiş bir fotoğrafı da WhatsApp grubunda paylaşamazsınız çünkü. Aynı etkiyi yaratmaz çünkü.

Haberin Devamı

Ak Parti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hem profesyonel ekiplerinin hem de gönüllülerin bu konudaki üretimleri çok fazla ve mümkün olan her mecrada varlık gösteriyorlar. Fakat etkisi yukarda saydığımız nedenlerle sınırlı kalıyor. CHP’de ise bu konuda yeni bir hareketlenme söz konusu. Örneğin TikTok’ta CHP daha yeni yer alıyor. Ama Kılıçdaroğlu özelinde bu imkân yeterince verimli kullanılamıyor. Mesela Twitter için, ancak Youtube’da izlenebilecek uzunlukta videolar yapılıyor. Sonra da bu videolar aynen başka mecralarda da kullanılıyor. Dolayısıyla da etkisi azalıyor. Yani aynı sorun CHP’de de mevcut.

Bunlar işin teknik kısımları. Bir de içerik kısmı var. Siyaset bilimci, akademisyen Mehmet Yaşar Altundağ mesela muhalefete şöyle önerilerde bulunmuş ki bu öneriler aynen iktidar tarafından da kullanılabilir:

“Muhalefet kalabalık. Bir yeri gezdiklerinde İmamoğlu, Yavaş, Akşener, Babacan beraber geziyorlar. Liderler birbirlerine “challenge” yapabilir. Birbirlerine cevap verip, pas atabilirler. Videolarda birlikte görünsünler, etkileşime geçsinler. İnce’nin dansı gibi bir akım başlatırlarsa o haftayı domine ederler. Yavaş çıksın kameranın karşısına geçsin. İmamoğlu’na sen kaç metro yaptın diye sorsun. İmamoğlu cevap versin. Peki, sen kaç öğrenciye yemek dağıttın diye bitirsin. Maksat içeriğin platforma uygun olması.”

Sosyal medya artık hayatın bir gerçeği. O gerçeğin siyasette de ne kadar etkili olduğunu cuma günü Eski başbakan yardımcısı Mehmet Şimşek meselesinde de çok net gördük. 8 yaşındaki oğlunun tabletle oynarken yanlışlıkla beğendiği Kılıçdaroğlu kampanya videosu bir anda ortalığı karıştırdı. İşin manidar tarafı da olayın arka planını duyuran gazeteci Uğur Dündar’ın da sonrasında Mehmet Şimşek’in de açıklamalarını yine sosyal ağ üzerinden yapmasıydı.

Bu arada sosyal ağ kullanımının siyasette getireceği büyük bir tehlike de var. Elbette tüm bu mecralar bir yağ damlası misali yayıldıkça derinliği azalan alanlar. Dolayısıyla siyasetin de sığlaşması tehlikesini doğuruyor (Daha ne kadar sığlaşabilir demeyin lütfen, sığlaşabilir). Dahası, yine bir sosyal ağ hastalığı olan “tık, takipçi ve beğeni” alma ve bunu sürekli tutma hastalığı siyasetçide de kendini gösterebilir. Çünkü tık, takipçi ve beğeni almak, bunu sürekli kılmak ve sayılarını artırmak için hep bir önce yaptığınızdan (ya da rakibinizin yaptığından) daha ilgi çekici bir şey yapmak zorundasınız. Bu da sosyal medya fenomenlerinde neredeyse kendine fiziki, sosyal ya da ruhsal zarar verecek şeyler yapmak şeklinde ortaya çıkıyor. Siyasetçi de bu alanı ve onun getirdiği popülerliği yanlış yorumlayıp çok benzer bir duruma düşebilir. Nitekim örneklerini de gördük, görüyoruz.

Ama meseleyi çok uzatmadan söyleyeyim, sığlaşma tehlikesinin de bir ilacı var. Merak edenlere ünlü Belçikalı siyaset kuramcısı Chantal Mouffe’un eseri “Sol Popülizm” kitabını tavsiye edelim. Mouffe özetle, “İnsanların gündelik hayatlarında karşılaştıkları sorunlara hitap etmek için onların nerede durduklarından ve nasıl hissettiklerinden başlamalı, itham edip kınayıp durmak yerine, onlara umut verebilecek bir amaç sunmalıdır” der. Kitabın birçok yerinde “kitlenin duygusunu ve gerçekliğini” anlamak ve kitleye umut/amaç vermek vurgusu dikkat çeker. Ve bugünlerde kitlenin duygusunu anlamak ve ona umut vermenin en kısa yolu sosyal medyadan geçiyor.

Fenomen olmadan tabii.