Şimdi kalkıp “Türkiye’de kutuplaşma” yoktur gibi bir cümle kursam herhalde kimse bu cümleyi de beni de ciddiye almaz. Ben de kurmam zaten öyle bir cümle. Kutuplaşma var elbette Türkiye’de. Var olmasına var da bir tek bizde mi var? Hayır, dünyanın her köşesinde, her toplumda ve toplulukta var.
Kendi içinde çelişkili gibi görünse de kutuplaşma bir arada olmanın doğal bir sonucudur. Bir araya gelen insanların sayısı arttıkça toplum/topluluk büyüdükçe de kutuplaşılan konu sayısı artar. Birbiri içine geçmiş, irili ufaklı konulardan oluşan dev bir kesişim kümeleri toplamına dönüşür toplum. Ve bir kere daha söyleyelim bu toplum/topluluk olmanın doğal sonucudur.
O yüzden mesele kutuplaşma değil kutuplaşmanın nasıl yaşandığı ve bunun ortaya çıkaracağı sorunların nasıl çözüleceği meselesidir. Ara tonlar elbette mevcut olmakla birlikte, bu sorunun da “kutupları” var. Kutuplaşmanın kendisini ve yarattığı sorunları katılım, eşit söz hakkı, şeffaflık, bağımsız denetim ve en önemlisi karşılıklı rıza gibi düsturlarla da ele alabilirsiniz, “Ben güçlüyüm, dolayısıyla ben haklıyım” diyerek de. İnsanların başkasına zarar vermeden kendi hayatlarını diledikleri gibi yaşayabileceği ilkesinden de hareket edebilirsiniz, kendi siyasi, kültürel ve ahlaki duruşunu norm kabul ederek ve bunu karşı tarafa dayatarak da.
Mesela “Menemen soğanlı mı yapılır, soğansız mı?” meselesi. Bu tüm ülke çapında bir kutuplaşma alanıdır. Üstelik buna benzer konular sadece bizim toplumumuza has değil.
Mesela Ukrayna’da borş çorbasının kremalı mı yoksa kremasız mı yapılması gerektiği ciddi bir ayrışma konusudur.
İtalyanlar ise yılbaşında “panettone” mi yoksa “pandoro” mu pişirilmesi gerektiği konusunda kutuplaşmıştır.
Romanya’da terliğe “papuci” mi denir yoksa “şlapi” mi denir meselesi varken, Almanlar patates salatasının yapımındaki bazı farklar konusunda kutuplaşmıştır.
Bulgaristan’da cacığa hıyarın küp küp doğranarak mı yoksa rendelenerek mi konulması gerektiği konusunda, İskoçya’da ise balığa chippie sos mu yoksa ketçap mı konulacağı konusunda uzlaşmak imkânsızdır.
Uzun uzun yazmayayım, dünyanın her tarafında vardır işte bu tür kutuplaşmalar. Ama mesela yukarıda yazdığımız gibi kutuplaşmaların hiçbir zararı yoktur. Hatta sevimli çekişmelerdir. Kimse kimseyi “papuci”, “panettone”, ya da patates salatası yüzünden ötekileştirmez, hasım kabul etmez ya da çatışmaya girmez.
Ama yer Türkiye konu da menemen olunca işler değişiyor maalesef.
İnanmayan Vedat Milor’a sorsun.
Akran zorbalığı artışta
Hem haber bültenlerinde hem de buradaki yazılarımda sık sık bir soruna dikkat çekmeye çalışıyorum; şiddet sorununa. Şiddet maalesef toplumumuzun bir parçası. Kültürümüzün, geleneğimizin, dolayısıyla da gündelik ve kurumsal hayatlarımızın da bir parçası.
Ama şiddetin bizdeki denli ağır basmadığı toplumlarda bile var olan bir başka sorun var ki bugünlerde maalesef korkunç örnekleriyle karşılaşıyoruz. Akran zorbalığından bahsediyorum.
Bu hafta en az üç ayrı haber verdik okullardaki akran zorbalığı ve kavgalarla ilgili olarak.
Birinde kızlar arasındaki kavgada (daha doğrusu, linç girişiminde) o anların videoya çekilerek sosyal medyada paylaşıldığını gördük.
Birinde bir lise öğrencisinin bıçakla yaralandığını gördük.
Birinde ise kavgaya ailelerin de dâhil olduğu bir “meydan savaşı” sonunda bir kişinin öldüğü, aralarında durumu ağır olan 7 kişinin de yaralandığını gördük. Bunlar sadece bir hafta içinde, üstelik sadece haber bültenlerinde yayınladıklarımız. Eğer şiddet sorunumuza çözüm bulacaksak, başlamamız gereken yer okullar çünkü araştırmalara göre akran zorbalığı 3 yaşa yani kreşe kadar inmiş durumda. Sorunların çözüm yeri olması gereken okulların nasıl kendisinin sorun haline geldiğini ise bence konuşmayalım.