Yıl 1925... Ali Çetinkaya'nın Ankara İstiklal Mahkemesi Başkanlığı'na atandığı yıl...Mecdi Sadrettin, Son Posta gazetesinin Ankara muhabiri... Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal, Anadolu gezisine çıkıyor...Mecdi Sadrettin de, başına geçirdiği bir fötr şapka ile dolaşmaya başlıyor ortalıkta.***Dinine diyanetine kendince düşkün gibi görünen Ali Çetinkaya, Mecdi'yi fötr şapka ile görünce:- Ulan sen gavur mu oldun serseri, suçlamasıyla Ankara hapishanesine tıkıyor kendisini hemen.Ve Gazi Mustafa Kemal, Kastamonu'da "Şapka İnkılabı"nı başlatıyor. Kürsüden halk yığınlarına bir fötr şapka göstererek:- Buna şapka denir, arkadaşlar diyor.***Gazi'nin Ankara'ya dönüşündeki karşılama töreninde "mutat zevat", Ankara istasyonuna, oradan buradan bulmaya çalıştıkları fötr şapkaları giyerek koşuyorlar.Ali Çetinkaya da, Mecdi Sadrettin'in giydiği fötr şapkayı hatırlıyor. Mecdi'yi hemen hapisten çıkarıp, başına biraz da küçük gelen fötr şapkasını alıyor ve o da, Mecdi'nin şapkasıyla katılıyor karşılama törenine...***Fötr şapka, babamın Edirne Vilayeti Umur - ı Hukukiye Müdürü, sonra da Ankara'da İçişleri Bakanlığı 3. Şube Müdürü olduğu dönemlerde tören şapkası olmaktan çıkmıştı. Silindir şapka, olmuştu tören şapkası.Özellikle resmi bayramlarda şeref tribünlerinde ve "devlet büyükleri"ni istasyonlarda uğurlamayla karşılama törenlerinde, frakla silindir şapka giyilirdi.Gündüz giyilen frakın siyah, gece giyilen frakın beyaz yelekle giyildiğini bilen pek kimse yoktu. Sadece protokol müdürlerinin giymesi gerekiyordu, frakı gündüzleri beyaz yelekle.***Babam gündüz törenleri için "jaketatay" giyerdi, geceleri giyerdi frakı...O babam ki, ev içinde gecelik entarisiyle dolaşmayı; ancak erkek misafir gelirse, pijamasını giyerek karşılamasını severdi.Ve biz Edirne'de, babaannemin alışkanlıklarına uygun, yer sofrasında, ters çevrilmiş bir taburenin üstüne konan kocaman bir sinide yerdik akşam yemeklerini... Ortaya konmuş çorba kasesine hep birlikte kaşık sallayarak...***Babaannemin kaşığı tahtadandı. Yemekleri ya tahta kaşıkla yerdi, ya eliyle...Bulgaristan'ın Eskizağra'ya bağlı İslimye köyünden, 93 Muharebesi'ndeki büyük göçte 7 yaşında ayrılıp, Bergama'ya iskan edilmiş ve yine bir göçmen çocuğu olan demirci ustası Ahmet Efendi'yle evlenmiş bir kadından, "Cumhuriyet inkılab - ı mukaddesi"ne uygun bir burjuva formasyonu bekleme olanağı yoktu.***1921'de 20 yıl süreli "Ankara - Moskova" dostluk anlaşmasının, 1945'te yeniden uzatılmasını istemişti İsmet Paşa. O zamanki Moskova Büyükelçimiz, Selim Sarper'di. Stalin'le Moltof, İsmet Paşa'nın 2. Dünya Savaşı sırasında Hitler'le olan yakınlığını gerekçe göstererek, 1921 Anlaşması'nı tazelemeyi reddetmişlerdi...Ve İsmet Paşa, ABD'ye yaklaşmayı benimsemiş, o nedenle de çok partili döneme geçilmişti...Muhalefet, Ankara oligarşisiyle çağdaş bir sentezde buluşamamış olan kasabalı ve köylü yığınlarına, "Cami" parfümlü mesajlar vermeye başlamıştı:- Siz isterseniz hilafeti bile getirebilirsiniz, türünden...***"Cumhuriyet inkılab - ı mukaddesi", üretim ve teknolojide çağdaşlaşmaya yönelmeden; Hazine'den geçinenlerin "çağdaş bir imaj" oluşturmasıyla, toplumsal bir sentez yaratılamayacağını da pek algılayamadı; "Türkçe konuş vatandaş" tipi bir "ırkçılık"la, "laiklik" kavramının pek sarmaş dolaş olamayacağını da...Kimse ne "laiklik" kavramının hangi toplumsal nedenlerden doğduğunu biliyordu, ne de "burjuvalaşma çağdaşlığı"nın...Bütün bunların, kışlalarda - ekonomi dışı - bir nefer eğitimi gibi, okullarda uygulanacak bir eğitimle gerçekleşebileceği sanılıyordu.***Bundan 45 yıl kadar önce, Mustafa Kemal'i daha Sivas Kongresi'nde yakından tanımış olan CHP Genel Sekreter Yardımcısı Cevat Dursunoğlu'yla, o zamanki Suadiye gazinosunda baş başa yemek yiyorduk.Cevat Dursunoğlu, Mustafa Kemal'in kendisine söylediği bir sözü tekrarlamıştı bana:- Tarih bizim için, iyi niyetli insanlardı, ama ekonomiden hiçbir şey anlamıyorlardı, diye yazacak... c.altan@prizma.net.tr Bizim "Cumhuriyet inkılab - ı mukaddesi", bir mizahçı gözüyle bakıldığında, garip bir karikatür albümüne benzer biraz da...