Önce şu genellemeyi yaparak başlayayım; ülkeler arasındaki uzun süreli diplomatik gerilimler, nihai olarak ekonomiye dayanır. Bu gerilim uzun sürüyorsa ve kendisini çok sudan bahanelerle yeniliyorsa, eski ekonomik denge bitmek üzeredir ya da bitmiştir. Şimdi ABD Başkanı’nın Türkiye’yi tehdit ettiğini konuşuyoruz; evet, ABD bunu uzun süredir yalnız Türkiye’ye yönelik olarak değil, birçok ülkeye yönelik olarak da yapıyor. Trump, başa geldiğinden beri ABD’nin doğrudan ya da dolaylı tehdidine maruz kalmayan ülke çok az.
Bu tehdit politikasını yalnızca Trump’ın kişisel özellikleri ile açıklayamayız. Ya da Trump’ın “içeriye” dönük sosyal medya politikası olarak da bakamayız bu duruma. Bu durum, çok açık olarak, ABD’nin “eski gücünü” aramaya başlaması bunu test etmek istemesi ve “eski dengenin” devam edip etmediğini ya da ne kadar devam ettiğini görmek istemesidir. Bu anlamda burada sorun yargılanan bir rahip falan da değildir. Rahip olmasa mutlaka başka bir şey çıkacak.
Bundan dolayı ABD, dünyanın eski dünya olmadığını yaşayarak, test ederek görmek istiyor. Ona bu fırsatı da vermek lazım diye düşünüyorum.
Bu, aynı zamanda, bu haksız tehditlere maruz kalan ülkeler için de fırsattır. Dünyanın 1989’dan sonra artık tek kutuplu (ABD/Sovyetler tek kutup) bir dünya olmadığı, çok kutuplu, çok dengeli, karşılıklı çıkarların ve karşılıklı ödünleşmenin küresel dengeyi her gün yeniden oluşturduğu bir yeni dünyanın var olduğu, en azından ABD tarafından pek anlaşılmamış. Esasında bu da beklenen bir şey olmalı. Çünkü yeni dengenin reel-politiği henüz tam olarak devreye giremedi.
Sahibini vurur!
ABD’nin 2. Dünya Savaşı sonrası oluşturduğu finansal ve siyasal sistem -kriz haliyle- hâlâ devam ediyor.
Ancak su da alıyor. O zaman ABD’nin, kısmen ya da kapsamlı askeri güç kullanma, işgal ve/veya finansal/ekonomik yalıtım tehdidiyle kendi çıkarlarını dayatması, kendi uzun vadeli varlığı açısından da, ne kadar sürdürülebilirdir?
Bu soruya güncel reel-politik açısından da cevap verebiliriz.
Ancak buradaki ilk soru şudur; ABD, Rusya’dan sonra Avrasya bölgesinde Türkiye’ye de yaptırım uygulaması, önce ABD açısından, ne kadar sürdürülebilir olur? Bu durum, Pasifik bölgesindeki ticaret savaşları ile birleştiğinde, oluşacak çok radikal yeni denge halini, önce ABD, kaldırabilir mi? Bu soruların yanıtlarını Türkiye’den çok ABD’nin düşünmesi gerekir. Bundan dolayı bu tehdit politikasının hem arkası yoktur hem de gerçekleştiğinde tehdit edene dönecek bir silahtır.
ABD’nin tehdit kategorisini iki temel başlıkta toplayabiliriz; birincisi doğrudan askeri güç kullanmak, işgal etmek vb tehditler, ikincisi ise ekonomik yaptırım başlığı altında ülkede ekonomik, siyasi kriz oluşturma stratejisi.
ABD’nin ekonomik yaptırımların çıkış noktası da dolara dayalı para sistemi.
Bretton-Woods sistemi ya da doların temel rezerv para olduğu küresel para sisteminin artık bitmekte olduğuna dair burada çok yazdım.
Bugün dünya ticaretindeki tıkanma ve yeni bir ticaret düzeni arayışları da, yeni bir parasal sistem arayışından bağımsız değildir. Ancak bu para sistemi biterse ABD egemenliği de beklediğimizden önce biter. Bunu ABD’de biliyor ve ABD’nin şu an en hassas noktası dünyanın bütün ticari çevriminin temel rezerv paralarla -daha çok da dolarla- yapılmasıdır. Doların etrafından dolanarak yapılacak ticari çevrim, ABD’nin kendisini, şimdiye değin finanse ettiği gibi, finanse ettirememesidir. Çünkü dolar, emtia ticaretinde asıl ödeme aracıdır. Dolar talebi daha çok bu saikle yapılır. Fed, dolar talebi ve arzını ayarlayarak dünya ekonomisine, bütün bu süreçte, ayar vermiştir. ABD bunu swift kod sistemiyle denetler ve takip eder.
Ancak bu sistem, aynı zamanda, bütün dünyada, tekelci sermaye yapılarının ve ülkelerdeki banka ve finans oligarşisinin hareket ettiği zemini oluşturur. Sistem, daima Doğu’dan Batı’ya, az gelişmişlerden gelişmişlere faiz ve dolara dayalı sömürü mekanizması yoluyla değer aktarımı üzerine kurulmuştur. Nasıl ki bir futbol takımı iyi bir çim sahada oynayabilirse, finans oligarşisi de bu sistem üzerinde oynar. Ancak bu sistem de son yıllarda aksamaya başladı.
Dijital para sistemleri ve yerel paralarla yapılan ticaret anlaşmaları devreye girdikçe ABD’nin finansal sistem üzerindeki denetim mekanizması kayboluyor ve ABD’nin müthiş üçüz açıklarını dünyaya finanse ettirmesi zorlaşıyor.
Bundan dolayı ABD, bırakın swift sistemi içindeki ülke sayısını azaltmayı, tam aksine, bunu koruma hatta artırma peşindedir.
İşte bütün mesele...
Tabii, bütün bunlar, çok temel bir duruma dayanıyor: Mal ve hizmet üretiminin hatta teknoloji oluşumunun dengelenmesi meselesi.
Piketty, 21. Yüzyılda Kapital’de şunları yazıyor: “Tam şimdi yeni bir ‘Doğu Kalkınması’ için, içinde bulunduğumuz krizin üretim açısından da süreci olgunlaştırdığını görürüz. 1900-1980 arasında tüm dünyadaki mal ve hizmet üretiminin % 70’i Avrupa ve Amerika’da yoğunlaşmıştı, bu da rakipsiz bir ekonomik hâkimiyet anlamına geliyordu. 1970-1980 yıllarından bu yana bu oran düzenli olarak azaldı. 2010 yılında tam olarak % 50’ye indi ki (yaklaşık olarak Avrupa % 25, ABD %25) bu yaklaşık olarak 1860 yılındaki seviyedir. Görünüşe bakılırsa, daha da düşmeye devam edecektir ve 21. yüzyılın bir noktasında % 20-30 seviyelerine kadar gerileyebilir. 19. yüzyıl başına kadar olan seviye budur ve Avrupa ve Amerika’nın dünya nüfusunda günümüze dek sahip olduğu ağırlıkla daha tutarlıdır. Diğer bir deyişle, Avrupa ve Amerika’nın Sanayi Devrimi sırasında açtıkları mesafe, bu ülkelerin uzun süre üretim terazisinde nüfus bakımından ağırlıklarının iki üç katı fazla çekmelerini sağlamıştır; bunun tek nedeni, kişi başına üretimlerinin dünya ortalamasından iki üç kat daha fazla olmasıdır. Tüm işaretler, dünya seviyesinde kişi başına üretimdeki bu mesafenin artık kapandığını ve bir tür yakınsama evresine girdiğimizi göstermektedir.”
İşte bütün mesele budur; bu durum, hiç şüphesiz ki ABD’nin, şimdiye değin “idare ettiği” dolara dayalı parasal ve finansal sisteme de yansıyacaktır.
Sonuç olarak, bu tehdit politikası ve ekonomik yaptırım yolu, Türkiye gibi, dışa tam açık ülkelere ancak yüzeysel zararlar verebilir. Bugün ABD’nin denetleyebildiği, doğrudan ya da dolaylı olarak, dolar bazlı fon hacmi aşağıya yönlüdür. Sermayenin nereye gideceğini bugün siyasi olarak bir yere kadar denetlenebilir.