Pazar öykümüz, 1970’lerin başında, Ankara Bahçelievler’de başlıyor. Fırında çalışan 16 yaşındaki Ömer Acar, her gün mahalleli Feride Hanım için bir adet tuzsuz ekmek ayırır.
Fırına gide gele, bu hevesli çocukla dostluk kuran Feride Hanım, onun okula gitmediğini öğrenince “Sen iyi bir çocuksun. Seni konservatuara alalım” der. Yakın arkadaşı Neriman Bejan, Ankara Konservatuarı’nda ritmik jimnastik hocasıdır.
Ancak kayıt için ilkokuldan yeni mezun olmak gerekmektedir. Ömer, “Benim yaşım geçti, ama kardeşim Alaaddin ilkokulu bitirmek üzere... Onu alın” der. Hemen köyünü arar.
Osmancık kazasına bağlı Başpınar köyünün ilkokul Müdürü Yusuf Şanal, Köy Enstitülü, aydın bir eğitimcidir. Hasanoğlan’da öğrenim gördüğü yıllarda çok opera, bale izlemiştir.
Öğrencisi Alaaddin’in konservatuara gitmesi fikrini destekler.
Alaaddin’in ailesi de çocuklarının yatılı bir okula ve mezun olunca devlette memuriyete kavuşacağını öğrenince kabul eder.
Alaaddin böylece konservatuara girer.
Abisinin her gün ekmek ayırdığı kadın sayesinde bir ekmek kapısına kavuşmuştur.
Mebus maaşı alan baletler
Konservatuarda eğitime başlayan Alaaddin’e yazları köyüne gittiğinde “Ne olacaksın” diye sorarlar:
“Balet olacağım” der Alaaddin; “Arada televizyona çıkıyorlar, seyretmiyor musunuz?”
Baletin ne olduğunu bilenler biraz yadırgayarak bakar ona...
Ama çoğunluk, “Balet ne ola ki” diye sorar.
Cevap ailesinden gelir:
“Yatılı okul. Yemek, okul parası devletten... Mezun olunca Kültür Bakanlığı’nda memuriyet garanti... Emekliliği de var...”
Maaş iyidir gerçekten de... Bir baletin maaşı, mebus maaşına yakındır o devirde... Sanatçılık, hala kıymetlidir.
Balet akını
Böyle anlatınca herkese cazip görünür iş... 1 yıl sonra ilkokul müdürü Yusuf Şanal da oğlu Erdoğan’ı yazdırır konservatuara...
Alaaddin, yazın bağda çalışmaya geldiğinde sınava hazırlar Erdoğan’ı...
Bağ tevekleri arasında iki öküzün çektiği düvenin yanında garip hareketler yapan bu çocuklara akıl erdiremez köylüler...
Ama onlar Ankara’ya gidip geldikçe, Musiki Muallim Mektebi’ni anlatıp övdükçe hısım akrabadan gençler de merak salar baletliğe...
Erdoğan’ın kardeşi Ertan kaydolur peşleri sıra...
Sonra Erdoğan’ın halaoğlu ile teyzeoğlu yazılır konservatuara... Kendi gidemeyen Ömer, oğlunu büyütüp yazdırır okula...
Onlar da birer ikişer Ankara’ya hemşerilerinin yanına gider.
40 yılda 12 balet
Konservatuar da memnundur bu durumdan... Ne de olsa balerin adayı bulmak kolay, balet adayı bulmak zordur; toplumdaki önyargılardan...
Çorum, o önyargıların yıkılışına önayak olur böylece... Başpınar, Türkiye’nin balet ihtiyacına kaynak olur.
Alaaddin’den sonraki 40 yılda toplam 12 balet çıkar Çorum’un Osmancık kasabasının, Başpınar köyünden...
98’de turneye gittiklerinde otobüsü köyden iftiharla geçirirler.
Sonra o çocuklardan Erdoğan, 10 yıl balet olarak görev yaptıktan sonra, Türkiye’nin 4. operası olan Mersin’in kurucu müdürü olur. Ardından Samsun’da 6. Opera’nın kuruluşunda görev alır. Kardeşi Ertan ise Mersin’de baş koreograflığa atanır.
Üçüncü kuşak
Geçen hafta Mersin’e, Türkiye’nin ilk operası sayılan “Özsoy”un Mehmet Yılmaz tarafından yeniden sahnelenişini izlemeye gittiğimde dinledim bu mucizevi öyküyü...
Geceki yemekte, o Çorumlu çocuklardan, Mersin Operası Müdürü Erdoğan Şanal’ın konuğuyduk. Bir tuzsuz ekmek masalından doğan, Çorumlu baletler hikayesini anlatırken gururla gülümsedi Şanal:
“Biliyor musunuz, bu yıl bizim köyden 3. balet kuşağı da geldi. Teyzemin torunu konservatuara girdi” dedi.
Kışları bale yapıp yazları köye davar güden baletleri anlattı.
Köy Enstitülü aydın bir eğitmen, balet yetiştiren bir köy ve Anadolu kentlerinin dolup taşan opera salonları...
Mucize gibi değil mi?
“Özsoy” da böyle bir mucizenin eseri değil miydi?
Bu şairi tanıdınız mı?
Belgeselci dostum Nebil Özgentürk, ilginç bir projeye soyundu.
Türkiye’nin edebiyat, sanat dünyasından portreler sunup kısa öyküler anlatacağı yeni projesi için, bazı ünlü yüzleri setine davet etti. Her birine bir sanatçının makyajı yapıldı. Onlara belgeselde kısa roller verildi.
Ben sete gittiğimde Müzeyyen Senar kostümü giyinmiş Demet Akbağ’ın çekimi bitmiş, Ayşe Arman, “Deniz Kızı Eftelya” kostümüyle çekim yapıyordu. Bir başka köşede de Mustafa Alabora, make-up ustası Derya Ergun‘un ellerinde Yılmaz Güney’e dönüşüyordu.
Projenin sponsoru DenizBank’ın Genel Müdürü Hakan Ateş, çekimleri, set ekibinden biri gibi heyecanla izliyordu.
Projenin benim için heyecan verici yanı, “Lüsyen” kitabımın iki kahramanı, “Şair-i Azam” Abdülhak Hamid Tarhan’la eşi Lüsyen’in de belgeselde yer alacak olmasıydı. Nebil, kitabın gizli kalmış bir özelliğini anlatacağı bölümde Lüsyen rolünü Tuba Ünsal’a, Tarhan rolünü ise Beyazıt Öztürk’e teklif etmişti.
Beyazıt’ın yarım saat içinde şair Abdülhak Hamid’e dönüşmesini hayret ve hayranlıkla izledik. Makyaj bittiğinde de birlikte bir hatıra fotoğrafı çektirdik.
Nebil’in belgeselini çok ilginç bulacağınıza eminim...