Caviar House & Prunier artık Türkiye’de. Markanın patronu Peter G. Rebeiz ile gastronomiden müziğe bakın neler konuştuk...
Her şey 1950’de, İranlı bir işadamının Kopenhag’daki Lübnan Konsolosu George Rebeiz’den borç almasıyla başlıyor. Borcunu havyarla ödemesi sonucu Rebeiz, havyar ticareti yapmaya karar veriyor. Dünyanın en büyük havyar üreticisi ve distribütörünün hikayesi bir tesadüf eseri.
66 yıllık bir marka Caviar House. Yves Saint Laurent’ın partneri ve arkasındaki beyin Pierre Berge’nin teklifiyle, 144 yıllık Fransız havyar markası Prunier’ye ortak oluyor. Caviar House & Prunier’nin bir diğer markası da Rus Çarı Nikola’nın özel tekniğiyle tütsülenmiş somonlarıyla ünlü 44 yıllık İsviçre markası Balik.
Caviar House & Prunier’nin Türkiye’ye gelişi, Atatürk Havalimanı Dış Hatlar’da ilk “seafood bar”ının açılışı bu hafta Esma Sultan Yalısı’nda Metin Şen ve Nedim Keçeli ev sahipliğinde bir davetle kutlandı. Dünyanın en pahalı havyarı olarak bilinen Almas da altın kutusuyla bir mücevher gibi sergilendi burada. Almas inci gibi beyaz bir havyar çeşidi. Kilosu 35 bin doları buluyor. Bu havyara ismini veren de, ilk satışa çıkaran da, hatta havyarın gerçekten de kitabını (“Havyar, Arzunun Tarihi”) yazan Caviar House & Prunier Başkan ve CEO’su Peter G. Rebeiz. Kendisiyle Türkiye’ye gelişleri vesilesiyle konuştuk.
“Havyar ruhu besliyor”
“Her uluslararası marka nasıl Londra’da, Paris’te, New York’ta olmak zorundaysa, İstanbul’da da olmak zorunda” diye başladı anlatmaya. Doğru ortağı bulduklarında hiç düşünmeden İstanbul’a geldiklerini söylüyor. Şaşırtıcı ama Londra’da bile en büyük havyar ve somon siparişi veren müşterilerinin başında Türkler geliyor.
İstanbul’daki ilk lokasyonun havalimanı olması özellikle tercih edilmiş. Her şehre ilk havalimanı yatırımıyla giriyorlar. 70’lerde Londra Heathrow Havalimanı’nda ilk havyar dükkanını açtıklarında iş yapmaz denilmiş, şimdi havalimanının her terminalinde varlar. Caz piyanisti Count Basie’nin bir kutu havyar alıp dükkanda kutuyu açıp yemeye başlamasıyla havalimanlarında “seafood bar” açmaya karar vermişler.
Rebeiz yaptığı her işi müzikle bağlantılı görüyor, kendisini bir orkestra şefine benzetiyor. Havyarın müzik gibi ruhu beslediğine inanıyor. Zaten müziğe ilgisi sayesinde Montreux Jazz Cafe’leri kurmuş, Montreux Caz Festivali’nin yaratıcısı Claude Nobs ile birlikte. “Onu tanıdığımda benden başka deliler de varmış dedim” diyor.
Ertegün’den Monroe’ya
Dünya küçük, Claude Nobs’un bu yıl 50’nci yılını kutlayacak olan Montreux Caz Festivali’nin temeli de Ahmet Ertegün’e dayanıyor. Festivaldeki konser kayıtları UNESCO tarafından korunmaya alınmış.
Bütün sevdiklerini bir araya getirecek kadar çılgın Peter G. Rebeiz. Somon çiftliğinde müthiş bir kayıt stüdyosu var, zevk için Londra Filarmoni Orkestrası’nı yönetiyor, evinde 500 kişilik konserler veriyor.
“Havyar yaşam, kültür ve ün arasındaki tutkulu bir aşkın ürünü” diye özetliyor. Marilyn Monroe’nun başlattığı havyar diyetinden bahsediyor. Monroe’nun havyarı blinisiz, sade yiyerek formunu koruduğu söyleniyormuş. Ardından da ekliyor: “Sadece zenginlere yönelik bir ürün değil. 10’ar gramlık ‘havyar shot’ların fiyatı 10 avro. Aldığınız tatla, kaliteyle karşılaştırırsanız, çok da yüksek bir rakam değil bu.”
Her patron neyi denemeli?
İstanbul’da havalimanından sonra yeni yer arayışlarının devam ettiğini anlatıyor Peter G. Rebeiz. “Her yeni açılan AVM için en iyi burası diyorsunuz, her AVM büyük ümitlerle açılıyor, bazen beklentileri karşılıyor, bazen karşılamıyor. Doğru seçimi yapabilmek için titizlikle çalışıyoruz” diyor. Bu sürede de eve sipariş servisi verdiklerini ekliyor.
Titizliği belli, internet sitesinde de, basılı her menüde de şahsi numarası ve e-posta adresi yazılı. Peki ama tuhaf istekler ya da şikayetler gelmiyor mu? Cevabı hazır: “Korktuğum kadar değil. Faydalı bir iletişim bu. Her patron denemeli.”