Hayatın içinde mutsuzluk, kaygı, yetersizlik, öfke, hayal kırıklığı, değersizlik, utanç, suçluluk ve daha birçok olumsuz duyguyu deneyimleriz. Olumlu duygularımızı fark edip kabullenmek ne kadar kolaysa, olumsuz duygularla kalabilmek de bir o kadar zordur. Bizi mutsuz gören tanıdıklarımızın teselli cümleleri genellikle, üzülme, ağlama, boşver, düşünmemeye çalış olur. Birçok kişisel gelişim kitabı, olumsuz duygularımızı nasıl ortadan kaldıracağımızı, nasıl daha pozitif ve mutlu olacağımızı anlatır. Mutluluk, sevinç heyecan gibi olumlu duygularımız gibi iç dünyamızın parçası olan olumsuz duyguları hayatımızdan çıkarmaya çalışmanın bedeli nedir acaba?
Bu duyguları kabullenmek demek, onların içinde boğulmak ve içlerinden çıkamamak değildir. Aksine, onları görmezden gelmek, bastırmak için çaba harcamak, daha güçlü bir şekilde hissedilmelerine ve hayatımızı yönetmelerine olanak tanır. Bazen sadece o anda, o duyguda kalabilmek gerekir. Aynı bedenimizdeki bir yara gibi görülmeye, bakım almaya ihtiyaç duyar iç dünyamız. Yaramızı ne kadar koparıp ortadan kaldırmaya çalışırsak, o kadar kanar, o kadar geç iyileşir.
Aslında olumsuz duygular da iç dünyamızın sinyalleridir. Neye ihtiyaç
Depresyon; kişinin gündelik işlevselliğini olumsuz yönde etkileyen, mutsuzluk, değersizlik, çaresizlik duygularıyla karakterize bir duygudurum bozukluğudur. Depresyondaki kişiler geleceğe ve ve yaşadıkları sorunlara karamsar yaklaşma ve umutsuz hissetme eğiliminde olurlar. Sıklıkla iştah ve uyku düzenlerinde değişiklikler görülür. Konsantre olmakta, dikkatlerini toplamakta güçlük çekerler. Fiziksel enerji düzeylerinde düşüş gözlenir; kendilerini daha yorgun ve isteksiz hissederler. Önceden kendilerine keyif veren sosyal aktivitelere, bireysel ilişkilere ve cinselliğe olan ilgilerini kaybederler. Ayrıca depresyondaki kişilerde artan umutsuzluk ve suçluluk duyguları, intihar düşüncelerine neden olabilmektedir.
Eğer kendinizde bir süredir bu belirtileri gözlemliyorsanız neler yapabilirsiniz?
· Öncelikle bu sürecin çözümünde bir uzmandan destek alınması yararlı olacaktır. İlaç tedavisi gündelik yaşamınıza geri dönmenizi kolaylaştırır. Psikoterapi ise yaşadığınız sorunun temelinde neler yattığının incelenmesi ve sorunlarla başa çıkmanın daha etkili yollarının bulunması konusunda etkili olacaktır. Depresyon sürecini tetikleyen durumları keşfetmek, neyle nasıl başa çıkmanız
Kanser kelimesini duymak bile birçoğumuza ükütücü gelir. Eğer yakınımızda biri bu hastalıkla savaşmadıysa, belki üstüne düşünmediğimiz, bize ya da yakınlarımıza uğrayacağına hiç ihtimal vermediğimiz bir hastalıktır. Bu yüzden kanserle ilk yüzleşmemizde önce bu durumu inkar edip, bir hata olduğuna inanmak isteriz. Sonrasında kabullenmeye başlasak da, çok sancılı bir dönemin içine girmiş oluruz.
Kanser hastası bir yakına sahip olmak; hem kendi hayatımızı hem de sevdiğimiz insanla olan lişkimizi tekrar gözden geçirmemize yol açar. Özellikle bu kişi en yakınımızdan, ailemizden biriyse duygularımız daha da yoğunlaşır. O kişiyi kaybetmekten korkarken bir yandan da geçmişte onu suçladığımız, onun üzülmesine sebep olduğumuza inandığımız olaylar tek tek aklımızdan geçmeye başlar. Kendimizi suçlar, pişmanlık duyarız. Belki bu suçluluk o kadar yoğunlaşır ki, yanlış bir şekilde onun hastalanmasının nedenini kendimizde bulmaya başlar, cevabı olmayan sorularla başbaşa kalırız. Ona öfkelendiğimiz olaylar aklımıza gelir. Sanki o olaylar bir anda tüm önemini kaybetmeye başlamıştır. Onu kaybetme korkumuz, öfkemizden daha ağır basmaktadır.
Bu süreçte kendi hayatımıza, hayata verdiğimiz anlama, ölüme
Gündelik yaşamda bizi en çok zorlayan konulardan birisi, istemediğimiz talepler karşısında sınır koyabilmek yani hayır diyebilmektir. Hayır diyemediğimiz için birçok kez kendimizi istemediğimiz durumların, yapmak istemediğimiz işlerin içinde bulabiliriz. Peki hayır dememizi bu kadar zorlaştıran nedir?
Hayır dediğimizde karşımızdaki kişiyi reddetmiş olacağımızı, bu nedenle onu inciteceğimizi düşünebiliriz. Hayır demeyi bir bencillik göstergesi olarak algılayıp, diğer insanlarla ilişkilerimizi iyi tutmak adına kendi isteklerimizden ödün verebiliriz. Hayır dediğimizde, karşımızdaki kişiyle olan ilişkimizin yara alacağını, hatta sonlanacağını düşünebiliriz.
Bu ve benzeri kaygılar nedeniyle hayır diyemediğimiz durumlar zamanla biriktiğinde, kendimizi tükenmiş ve yorgun hissederiz. Hayır diyemediğimiz talepler nedeniyle zamanımızı iyi yönetemez, gitgide daha fazla sıkışırız. Hayır diyemediğimiz kişilere karşı öfke beslemeye başlarız. Bu öfke biriktikçe, uygun olmayan durum ve zamanlarda, aşırı tepkiler verip, ilişkilerimizi zedeleriz. Ayrıca hayatımızda sınır koyamadığımızı görmek, kendimize olan güvenimize de zarar vermeye başlar.
Öncelikle, hayır demenin bir bencillik göstergesi
Kaygı; korkutucu ya da tehdit edici uyaranlara karşı kişinin verdiği fiziksel ve duygusal tepkilerdir. Her ne kadar rahatsız edici bir duygu olarak yaşantılansa da, aslında sağlıklı bir duygudur da. Yaşamı gerçekten tehdit eden bir durumla karşılaşıldığında, kaygı, bedensel alarm sistemini aktive eder ve kişinin hayatta kalma olasılığını arttırır. Ancak açık/kapalı bir yerde olmak, zararsız bir sokak hayvanının yanından geçmek gibi kişinin yaşamını gerçekten tehdit etmeyen durumlarda yaşanan ve kontrol edilemeyen kaygı, gündelik yaşamımızı olumsuz etkilemektedir. Ayrıca belli düzeylerde yaşanan kaygı normal kabul edilebilir. Birçok kişi topluluk önünde konuşmaktan dolayı kaygılanır; ancak bu kaygı, eğer konuşmayı yapmasına engel olacak şekilde kişiyi ketliyorsa, o zaman kaygının kişinin hayatını olumsuz etkilediğinden bahsedilebilir.
Psikoterapiye başvuran birçok kişi kaygı gibi rahatsız edici duygulardan tamamen kurtulmak ister. Bu duyguları kabul edilemez ve dayanılamaz şekilde deneyimler. Psikoterapiden beklentisi de, bu duygulardan tamamen arınarak, mutlu olmanın yollarını bulmaktır. Ancak olumlu olduğu kadar olumsuz duyguların da yaşamı bir parçası olduğunu kabul etmek