Aralık ayı geldi. Yine koca bir yılı bitirdik .
Yakında tüm tv’ler, sosyal mecralar, 2021 yılının nasıl geçtiği ile ilgili bir dolu haber yapar. Yıla damgasını vuran ilginç olaylar gündeme getirilir diyeceğim, ama zaten yılın neredeyse her günü, “ bir korku tünelinden toplu geçmeye çalışıyormuşuz” gibi değil miydi zaten.
Hastalıklar, ekonomik krizler, doğal afetler, kadın cinayetleri, ve daha neler neler... Kontrol edemediğimiz, bize bağlı olmayan ne çok şey yaşandı.
Elbette bireysel hikayelerimiz de güzelliklerde oldu. Bahar geldi, çiçekler açtı.
Doğa cömert yüzünü her şeye rağmen insandan esirgemedi. Ve yine kış yüzünü gösterdi, narlar, ayvalar, kestaneler, nergisler yeni yılın habercisi kokinalar çıktı. Kısacası hayat çok da bize sormadan kendi döngüsünü öyle ya da böyle yaşıyor.
Demem o ki günler geçiyor.
Bazen hayata, bazen de kendime sorular soruyorum. Cevabını bulmakta zorlandığım sorular.
Ne zor şey insan olmak diyorum.
“Meme kanserinde farkındalık” yazı dizimizin 3.sinde konuğumuz, Meme Cerrahisinin Uzman isimlerinden Prof. Dr. Abdullah İğci. Yıllık rutin kontrollerde veya şüpheli durumlarda gidilen ilk doktorlardan birisidir cerrahlar. Burada en önemli noktalardan birisi tıpkı radyolojide olduğu gibi, meme konusunda uzman bir cerrah ile işbirliği yapmaktır.
Tanısı konan hastalarda cerrahın başarısı hastalığın seyri üzerinde hayatı bir öneme sahipken, hastanın daha sonraki kozmetik konforu ve psikolojisi içinde ehil ellerle işbirliği yapmak çok önemlidir.
Değerli hocamız Prof. Dr. Abdullah İğci ile, “risk faktörleri, gen mutasyonu, meme cerrahisi ve daha bir çok konuyu konuştuğumuz sohbetimizi sizlerle paylaşıyoruz.
Hocam, “Bir kadın olarak meme kanserine yakalanma riskimiz” nedir?
Her 8-10 kadından biri yaşamı boyunca meme kanserine yakalanma riski taşır ve bu risk ilerleyen yaşla birlikte artar. En sık 50-60 yaşlarında görülmekle birlikte ülkemizde 40 yaş altında yaklaşık %18 oranında görülmekte. Bu nedenle ülkemizde erken yaşlar da bilinçlendirme gerekir. Meme kanserinin % 15
"Meme kliniklerinde uzmanlaşmış radyoloji uzmanlarıyla" bir araya gelmek hayati öneme sahiptir."
“Meme kanserinde farkındalık” yazı dizimizin 2.sinde konuğumuz, Radyoloji Uzmanı Prof. Dr. Erkin Arıbal. Uzmanlık alanı itibarıyla gerek rutin taramaların gerekse şüphe duyulan durumların en önemli kısmında yer alan radyolojik süreçlerde işinin ehli uzmanlar tarafından görülmek son derece önemli. Maalesef gözden kaçırıldığı, takip gerektiği halde fark edilemediği için sonuçları istenmeyen noktalara giden bir çok vakayı da göz önünde bulundurduğumuzda özellikle Meme Sağlığı üzerine çalışan Meme Kliklerinde Uzmanlaşmış Radyoloji Uzmanlarıyla bu süreci yönetmek hayati öneme sahip.
Özellikle” Meme” konusundaki çalışmaları ile bilinen Değerli Hocamız Prof. Dr. Erkin Arıbal ile sizler için “rutin taramaların ve erken teşhisin önemini, bu taramalardaki güncel uygulamaları konuştuk.
Erkin Hocam erken teşhisten ne anlamalıyız?
Bu sorunun cevabına şöyle başlamak isterim. Öncelikle aslında meme kanserine karşı
Tüm dünyada Ekim ayı, “Meme kanserinde farkındalık ayı olarak kutlanır. Dünyanın birçok yerinde konferanslarla, toplantı ve söyleşilerle bu konudaki gelişmeler anlatılır. Topluma bilinç kazandırılmaya çalışılır. Ekim ayını ülkemizde de çeşitli etkinliklerle geride bırakırken biz de, tüm kadınlarımız için her ayın, yüksek farkındalık duygusuyla devam etmesini diliyoruz. Bu konuda otorite isimlerle yaptığımız söyleşilerle bu farkındalığı “Kasım” ayında da devam ettirmek istiyoruz.
Bu yazı dizisi, meme kanserinin ne olduğu, geçiren kişilerde oluşturduğu duyguların anlaşılması, erken tanının önemi, süreçte nasıl yol izlenmesi gerektiğine ışık tutulması amacıyla alanında uzman kişilerle yapılmıştır.
Meme kanserinden korunma, tanı ve tedavi konularını ve merak edilenleri, Genel Cerrah Prof. Dr. Abdullah İğci, Medikal Onkolog Prof. Dr. Gül Başaran, Radyolog Prof. Dr. M. Erkin Arıbal ve Onkoloji Diyetisyeni Dilşat Baş ile konuştuk.
Özellikle Meme kanseri konusunda uzmanlaşmış değerli hocalarımız, dünyadaki son gelişmeleri de içeren bu yazı dizisine
Bugün anneler günü… Bir kısmımız neredeyse 2 aya yakın zamandır ebeveynlerimizi doyasıya göremiyoruz. Birçoğumuz belki de ilk defa bu kadar, aynı duyguların etrafında birleştik. En sevdiklerimizin özlemi içimizde, aynı yoklukta adeta aynı kaderi paylaşıyoruz. Nasıl keskin, üstesinden gelinmesi ne kadar zor bir duygu, varlıkta yokluğun acısı. Hem çok yakın, hem de çok uzaktayız birbirimizden. Tanımlanması güç mesafeler girdi aramıza, fiziki uzaklıkların, zamansızlıkların içinde kaybolan bizler hiç beklemediğimiz bir anda, hiç beklemediğimiz bir şekilde kala kaldık kendi başımıza ve ne çok özledik birbirimizi…
Bir masanın etrafında buluşup çay içmeyi, gülüşmeyi, dertleşmeyi, sarılıp, öpüşmeyi...
Kontrol edemediğimiz bir belirsizliğin içerisinde güvenli kalelerimiz sarsıldı.
İnsanın kendinden, daha doğrusu kendi bilinmezinden, en sevdiğini korumaya çalışması da nasıl bir trajedidir?
Her şey bir yana bugün anneler günü. Günlerdir ne çok reklam yapıldı TV’lerde, sosyal mecralarda.
Korku ve Kaygılarımızla Baş Edebiliriz!
Daha on beş gün öncesine kadar işimiz, gücümüz, başardıklarımız, başarmaya çalıştıklarımız, akşam yemeği, çocuğun okulu, doktor randevumuz, temposu bitmeyen işlerimiz, sevdiğimiz ve sevmediğimiz her şey… Günü, aklımızda başlatıyor; bazen trafiğe, bazen ekonomiye, bazen eşimize, bazen arkadaşımıza, yöneticimize, müşterimize, kötü gelen yemeğe, beğenmediğimiz kahveye kızıyor; belki de kızdıkça rahatlıyor, akşam ediyorduk. Bazen de kendimizi gereksiz bir gerginliğin içinde buluyor, yatağa yatınca gözümüzü uyku tutmuyordu. Her şeyi bırakıp kaçmak istediğimiz zamanlar oluyordu.
Diğer yanımızsa hayatı çok seviyor, bazen tomurcuk veren bir ağaçta, evladımızın gülüşünde, kedimizin mırıltısında; bazen arkadaşımızın içten sesinde, annemizin mis kokan yemeğinde, başarının hazzında, “ne güzel şey yaşamak!” dedirtiyordu bize.
Bu sıralar kaygı ve merak; korku ve tedbir; umut ve umutsuzluk tam yanı başımızda. Dünden farklı olarak kendimizi, sevdiklerimizi, değer verdiğimiz birçok
Uzunca bir zaman sonra Prof. Dr. Nevzat Tarhan ile yine tatlı bir sohbetteyiz ve konumuz yine insan. İnsanın çocukluğundan yaşlılığına dek olan dönemdeki bitmeyen arayışları, yalnızlığı, çatışmaları, değişen duygu halleriyle hayat kolay da, biz mi zorlaştırıyoruz yoksa gerçekten zor bir iş mi şairin dediği gibi “Baki kalan bu kubbede bir hoş sada imiş” diyebilmek…
Nasıl koşturuyoruz, sanki son yıllarda zaman daha bir hızlandı; Bilgi çağı, 4.0 endüstriyel devrim, dijital dönüşüm derken sanki bedenlerimiz, ruhlarımızın çok önünde anlamsızca koşturuyoruz. Bazen en sevdiklerimizi bile günlerce, hatta aylarca görmeden işlerimizin doluluğu, gönüllerimizin boşluğu içinde sağa sola çarpa çarpa yol almaya çalışıyoruz.
Sonra yoruluyoruz ve başlıyoruz kendimizi, geçmişi sorgulamaya. Bir bakıyoruz çocuklarımız bizsiz büyümüş, ebeveynlerimiz çoktan yanımızdan gitmiş, dostlar azalmış. Başlıyoruz neyi yanlış yaptım demeye. Mutluluğumuzu sorgulamaya, mutsuzluk kaynaklarımızı araştırmaya.
İşte bu nokta da Nevzat Hocam,
Yaz mevsiminin en büyük habercisi artan sıcaklar ve beraberinde deniz, güneş, tatil demektir. Fakat bu güzel mevsimin bir kötü yanı da var ki etrafı saran kesif ter kokusu. Gerçekten etrafımız içinde hayatı çok zorlaştıran bu duruma, bu sıcak yaz gününde dikkat çekmeden edemedim.
Özellikle birlikte olduğumuz insanlarla, toplu taşıma ve birlikte paylaşılan ortak alanlarda hayatı güzelleştirmek, için gelin biraz kendimize, sadece kendimize zaman ayırarak kişisel bakım ve gelişimizle biraz daha fazla ilgilenelim.
Zira kendisiyle ilgilenmek kişiyi moralman olumlu etkilediği gibi çevresine de pozitif bir hava verir. Düşünsenize nefesi kokan, yakası bir yerde paçası bir yerde, saçı başı dağınık bir insanla mı, yoksa mis gibi sabun kokan, dişleri temiz, bakımlı bir insanla mı sohbet etmek, çalışmak size daha cazip gelir?
Etrafınıza baktığınızda kimileri gerçekten de uzun süredir yıkanmamış gibi kimilerinin de süsü yerinde... Her şey sanki görüntüden ibaret. Ya da adına rahatlık denilen hırpani kıyafetler... Bu lafıma karşılık, "kişi nasıl mutluysa önemli olan odur" diyebilirsiniz. Kendi değer yargılarınız içinde haksız da sayılmazsınız. Fakat ister kabul edelim ister