Sanırım büyük felaketten hepimizin zihninde yer edinen bazı görüntüler, çok sayıda da fotoğraf kaldı. Mesela arama kurtarma çalışmalarına katılan madencilerimizin ellerinde odunlarla gelip, yüzlerce insanın hayatını kurtarması gibi… Mesela Çinli arama kurtarma ekibinin enkazın üzerindeki cenazelerin önünde baretlerini çıkarıp saygıyla eğilerek selam vermesi, cenazelerimizi merasimle uğurlaması gibi…
Ve depreme dair her fotoğraf her haber, felaketten sonra o yaraları sarıp sarmadığımızdan ne yapıp neyi yapmadığımızdan çok, neden hiç önlem alamadığımız sorusuna yanıt vermemizi gerektirecek bir durumla bizi karşı karşıya bırakıyor. Ve yine anlıyorsunuz ki; depremin büyüklüğü ne olursa olsun hâlâ öğrenmemiz, ders çıkarmamız gereken daha çok şey var. İnsana ve yaşam hakkına saygı, belli bir kültüre, bilince ve değerlere sahip olduğumuz sürece var.
***
Seksen yılı aşkın bir süredir deprem bilimcilerden siyasetçilere, bakanlıklardan kamu kurumlarına, üniversitelerden uluslararası kuruluşlara kadar önüne gelen bir deprem raporu hazırladı. Yüzlerce deprem raporu var… Bazıları fay hatlarının durumu, bazıları beklenen olası bir deprem karşısında neler yapılması gerektiği, bazıları da yaşanan depremlerin nedenleri üzerine…
Erzincan Depremi Raporu, Gölcük Depremi Raporu, Düzce Depremi Raporu, Van Depremi Raporu, İTÜ Onaylı Deprem Risk Analiz Raporları, Ulusal Deprem Araştırma Raporu, TBMM Araştırma Komisyonu Raporları, DPT Doğal Afetler Özel İhtisas Komisyonu Raporu, TÜBİTAK Ulusal Deprem Konseyi Ulusal Deprem Stratejisi Raporu, Sayıştay Başkanlığı Afet Raporları, Türkiye İktisat Kongresi Deprem Çalışma Grubu Raporu, Bayındırlık ve İskân Bakanlığı Deprem Şurası Raporları…
Liste böyle uzayıp gidiyor. Meslek odalarının, üniversitelerin hazırladığı deprem riskinin araştırılarak depremde gereken önlemlerin belirlenmesi gibi ya da BM, OECD, Dünya Bankası, UNDP, Japonya Uluslararası İş birliği Ajansı’nın Türkiye’de Doğal Afetler Ülke Raporu gibi uluslararası örgütlerin hazırladığı raporları saymıyorum bile…
***
Raporların hemen hepsinde hangi bölgelerin riskli olduğu haritalandırıldı. Olası yerlerde alınması gereken önlemler tek tek sıralandı. Yerel yönetimler uyarıldı. Deprem yönetmeliğine vurgu yapıldı. En önemlisi de kurumların iş birliğinden, binaların zemininden, betonuna kadar her konuda neden dikkatli olunması gerektiğinin altı çizildi. Yani hepsi de depremi ciddiye alan raporlardı. Peki, bu raporlar ciddiye alındı mı?
Bildiğim “ders” siz öğreninceye kadardır. Hepsi çöpe gitmiş olmalı! Çünkü hiçbir rapor, sonra gelen depremin feci sonuçlarını engelleyemedi. Her depremden sonra yeniden benzer “aynı” raporlar hazırlandı. Türkiye’deki deprem riskinin çok uzun zamandır bilindiğini, bölgeye dair deprem uyarılarının sürekli yinelendiğini hatırlatan raporlar. Zemin incelemelerinin yapılmadığını, belediyelerin yetersiz kaldığını, kentsel dönüşümün insafa bırakıldığını, afet risk azaltma planlarının uygulanmadığını, erken uyarı sisteminin işlevsiz kaldığını belgeleyen raporlar…
***
11 ili birden vuran, gözümüzün önünde yaşanan, binlerce insana mezar olan, binlerce insanı sakat bırakan, sayısını bilemediğimiz, ulaşamadığımız binlerce insanı da bir moloz parçası gibi enkazın içinde bırakan, insanları yerinden yurdundan eden bu binalar da belli ki araştırılacak. Yine yapılan yığınla hata ve eksiklikler raporlanacak ve depreme yine hazırlıklı olmadığımız ortaya çıkacak. Çünkü gücü elinde bulunduran, insanın yaşam hakkına saygı duymayanların zihniyeti hep aynı! Değişmiyorlar. Güce ve paraya dayalı ilişkiler, ahlaki yoksunluk, menfaat ve çatışmalar insana verilen değerin daima önüne geçiyor. Bu zihniyet var olduğu sürece de depreme dayanıklı bir ülkenin asla inşa edilmesi mümkün olmuyor.
***
Medya belki de deprem bölgesinde yaşayan insanlarımızın depremi bir yaşam kültürü haline neden getiremediğini de sorgulamalı. Belki o zaman deprem bilincinin bir türlü oluşmaması kimin işine geliyor sorusunu da yanıt buluruz. Sistem nasıl işliyor aslında biliyoruz. Bilmediğimiz; depremin büyüklüğü ve şiddetinin, alınan rüşvetlerden, binayı yapan müteahhitten, mühendisinden, ruhsatı veren kamu görevlisinden ya da oy uğruna bunları görmezden gelen yerel yöneticisi, bürokratı ve siyasetçisinin ortak olduğu suçtan, daha büyük olmadığı.