Bir grup gazeteci, insan hakları ve felsefe alanındaki çalışmalarıyla tanınan Prof. Dr İoanna Kuçuradi ile Hilton İstanbul Bosphorus’ta bir araya geldik…
Kuçuradi’nin felsefi derinliğine karşın, yönelttiğimiz sorulardaki çarpıcı tezatlık ve güncel sorunlara yaklaşımımız hayli düşündürücüydü…
Gazetecilik, günümüzde derinliği olmayan hızlı yanıtlar, çarpıcı başlıklar üzerine kurulu bir meslek haline geldiği için belki de…
Kuçuradi tam da bu nedenle hemen her soruda kullandığımız kelimeleri, kavramları düzelterek konuşmak durumunda kaldı.
Dile getirdiği görüşlerle de bu eksikliği açıkça ortaya koydu.
Öyle ki; algı ve anlamayı değer ile değer yargılarını karıştıran dilimiz,
Hak ile çıkar arasındaki farkı göz ardı eden söylemlerimiz,
İnsan haklarını yalnızca bir hukuk meselesi olarak görme eğilimimiz ve daha geniş bir perspektif geliştirmekteki başarısızlığımız, mesleğimizin sınırlarını çizen engeller olarak masanın üzerine serildi.
Kuçuradi’nin verdiği mesajlar ise açık ve güçlüydü:
Mesela “Anlamadığınız şeyleri algı olarak adlandırıyorsunuz,” ya da “Yapmayı düşündüğünüzü yapamamanızın nedeni nedir? Baktığınızı görmeyi öğrenmelisiniz” gibi ifadeleri, gazeteciliğin yüzeysel bir alana sıkışmışlığının da bir tarifiydi.
Kuçuradi’nin, bir gazetecinin sorusuna verdiği “Kadın hakları diye bir kavram yoktur” yanıtı da aslında hak kavramının evrenselliğine ve bütünselliğine yapılmış bir vurgu idi.
Kuçuradi’ye göre haklar, insana insan olduğu için tanınır; herhangi bir grubun hakları ayrı bir kategoriye hapsedilemezdi.
Ayrıca “hak” kavramı da yalnızca hukuki değil, aynı zamanda insani bir bilinç meselesi olarak ele alınmalıydı.
Eğer gazetecilik sorumluluğumuz gereği bu cümlenin derinliğini anlamaya çalışsaydık, belki sorularımızı daha geniş bir bağlamda şekillendirebilirdik.
Prof. Dr Kuçuradi demokrasiyi “olgun bireylerin yönetim şekli” olarak tanımlarken de insan hakları mücadelesinin yalnızca politikacılara değil, bireylerin bilinç düzeyine de bağlı olduğunu hatırlattı.
Kuçuradi’nin konuşmasında dikkat çeken bir diğer nokta, “değer” ve “değer yargıları” arasındaki farktı. “Değer yargılarımın olmamasına çalışıyorum,” diyen Kuçuradi’ye göre değerler, etik bir bilinci; değer yargıları ise toplumsal önyargıları temsil etmekte.
Bu da bireylerin düşünsel bağımsızlık kazanması ve daha olgun bir topluma ulaşması için kritik bir farkındalık demekti.
Kuçuradi’nin benzeri sorularımıza verdiği yanıtların özeti şuydu aslında:
Bir felsefeciden toplumsal bir soruna yönelik reçeteler sunmasını beklemek yerine, o sorunun altında yatan değerleri ve kavramsal çerçeveyi açmasını istemek daha yerinde olur.
Bir gazeteci, felsefeci değildir ve olmak zorunda da değildir.
Fakat Kuçuradi’nin sözleri hak kavramına dair yüzeysel yaklaşımları sorgulatan, demokrasi, etik ve bireysel bilinç üzerine derin bir düşünme fırsatı sundu.
İnsanlık, Kuçuradi’nin dediği gibi, “medeniyetin ilkelliği”ni aşmak istiyorsa, etik değerleri ve doğru değerlendirme yöntemlerini merkeze alarak hakikat arayışına devam etmek zorunda.
Bu da gazeteciliği basit bir bilgi aktarıcılığından çıkarır ve toplumu düşünmeye sevk eden bir meslek haline getirir.
Gazetecilik, yalnızca yüzeydeki olayları aktarmak değil, altındaki hakikatleri görebilmekle anlam kazanır.
Felsefeden öğreneceğimiz en önemli şey belki de budur:
Görmek ve duymak…
Kendi ‘sesimizi’ de hatırlayarak…
Özay Şendir
2025’te olacaklara dair…
29 Aralık 2024
Abbas Güçlü
“İTÜ aradığı Yıldızı buldu”
29 Aralık 2024
Zeynep Aktaş
Faizde düşüş trendi yatırımda rotayı değiştiriyor
29 Aralık 2024
Ali Eyüboğlu
Dijital kanalların seyirciyle bağı yok
29 Aralık 2024
Güldener Sonumut
Avrupa’da söylemle eylemin 50 tonu ve 2025
29 Aralık 2024