Belma Akçura

Belma Akçura

bakcura@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Medya, Afganistan’da uçağın kanadına tutunan cehaleti sorgulamadığı gibi, bunu alay konusu yapan ırkçılığın doğuracağı olası sonuçları da görmezden geldi. Cehalet cüretkârdır ama ırkçılık hem cahil hem cüretkârdır.

Afganistan’da Taliban’ın yeniden sahneye çıkışını tartışan dünya, kendi yarattığı trajedilerle sarsılıyor. İnsanlık tarihinde hafızalara yerleşecek en trajik anlardan biri Taliban’dan kaçan Afganların hareket halindeki uçağın uçuş takımlarına tutunduktan sonra metrelerce yükseklikten zemine düşmeleri olacak. İkincisi bu trajediyi yaratan dünyanın en gelişmiş ülkesi Amerika’da, uçağın kanatlarına tutunarak kaçmaya çalışan insanların düşme anının bir tişörte basılarak mizah konusu yapılması!

Haberin Devamı

Hem cahil hem cüretkâr  hem ırkçı

Şimdi soralım: Uçağa tutunarak kaçmanın feci sonuçlarını düşünmeyen “cahil Afgan” ile uçaktan düşen bu insanların siluetlerini “Kabil Atlama Kulübü” ifadelerinin yer aldığı tişörtlere basan “ırkçı Amerikalı” arasında bir fark olabilir mi?

Cehalet cüretkârdır ama ırkçılık hem cahil hem cüretkârdır. Medyada, habere, “Sosyal medyada tepki çeken tişörtler” ifadeleriyle yer verildi. Peki, bu sadece sosyal medyada tepki gösterilebilecek bir konu mudur? Geleneksel medyanın bir başka coğrafyada yaşanan travmalarla alay edilmesini, akıl ve vicdanı bir yana bırakalım, hukuksal zeminde sorgulaması gerekmez mi? Çaresizliğin ağır sonuçları sıradan bir “tişört” haberiyle geçiştirilebilir mi? Medya uçağın kanadına tutunan cehaleti sorgulamadığı gibi, bunu alay konusu yapan ırkçılığın doğuracağı olası sonuçları da görmezden geldi.

Saygon’dan Kabil’e

Sadece bu da değil. Medya, sosyal medyada Amerika’nın Afganistan’dan çekilmesi ile Vietnam’dan çekilmesi arasında bir fotoğraf ve bir film karesi üzerinden benzerlik kurulmasının da önünü açtı. Tıpkı bir siyasetçinin Taliban’la Atatürk arasında kurduğu münasebetsiz bağı tartışmaya açması gibi…

Medya, sosyal medyanın tartışmaya açtığı bazı haberleri olduğu gibi vermemeli. Bunu yaptığınızda örneğin Vietnam’da ABD Büyükelçiliği’nin çatısına inen helikopterle tahliye olanları, Kabil Havalimanı’nda kargo uçağına tutunarak kaçanlarla karşılaştırdığınızda Kuzey Vietnam ordusunun kendi toprakları için işgalci Amerika ve işbirlikçilerine karşı verdiği mücadeleyi de yok sayıyorsunuz demektir. Haliyle vatan bilinciyle işlenen “düzenli ordu” kavramının ne anlama geldiğini, Amerika’nın parayla yarattığı Afgan ordusunun neden bir dokunuşta dağıldığını da anlamak mümkün olmayabiliyor.

Haberin Devamı

Oysa tarih net: Saygon’daki elçiliğin çatısındaki tahliye, Amerikalıların Vietnam halkına yenilişinin fotoğrafıdır. Kabil’de uçağın kanatlarına tutunan Afganların fotoğrafı ise Taliban’la yapılan pazarlıkların…

Hem cahil hem cüretkâr  hem ırkçı

Kabil’de uçağın kanatlarına tutunarak kaçmaya çalışan insanların düşme anı Amerika’da tişörte basılarak mizah konusu yapıldı!

Kavramlar farklılaşıyor

Dolayısıyla tarihin en yakın tanığı medya, sosyal medyanın kavramların içini boşaltmasına bir başka deyişle Afganistan işgaliyle Vietnam savaşı gibi yaşam pratiklerimize dair tarihsel gerçeklerin zihnimizde giderek başkalaşmasına, flulaşmasına izin vermemeli.

Haberin Devamı

Çünkü sanal dünya, bilginin hızla erişilebilir olması, etkileşimli bir alan yaratması, her türlü söylemin yayılması ve yeniden üretilebilir olması gücünü elinde bulundurmasına rağmen, bütün toplumsal değerleri alaşağı etmiş gibi görünüyor. Kötülüğün en belirgin en net fotoğrafı bile her tartışmada “Biz” ve “Öteki” ayrımlaşmasını da derinleştiriyor, savaşları linç kültürüne dönüştürüyor. Sorgulamadan hesap soruluyor, anlamadan fikir üretiliyor. Paylaşmayı tehdide, söylemi hınca dönüştürüyor.

Sorun şu ki; dünyanın birçok ülkesinde sığınmacılar ve göçmenler üzerinden şiddet yanlısı, ırkçı, nefret söylemleri ve yabancı düşmanlığı artık siyasetin de önemli bir aracı haline geldi. Küresel dünyada kilometrelerce ötede yaşanan sorunları yok saymak, süreç içerisinde, sizi de o sorunun bir parçası, en önemli mağduru haline getirebiliyor.

Peki, dünya hep mi kötüydü?

17. yüzyılda Fransız Devrimi’ne büyük katkısı olan düşünür Voltaire, “Gelin itiraf edelim, dünyada kötülük cirit atıyor” der.

Sizce, bu yüzyıl için ne derdi?