Belma Akçura

Belma Akçura

bakcura@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Hamas’ın başlattığı “eyleme” karşılık, İsrail’in “savaş” ilan etmesi, her zaman olduğu gibi Batı ve Doğu medyasını ikiye böldü. Birinin gördüğünü diğeri, diğerinin gördüğünü de öteki yok sayıyor. Batı medyası, Filistin halkını topluca cezalandıran devlet terörünü “savunma” olarak yorumlarken, Doğu medyası da aşırı dinci radikal bir örgütün katliamını toprakları işgal altında bir ulusun eylemi olarak değerlendiriyor. Batı medyasının yıkımın büyüklüğünü önlemeye yönelik çabası yok. Doğu medyasının da gücü yok. Dolayısıyla burada sorulabilecek en kötü soru “Kim haklı?” olurdu. Ancak bütün hikâye bu soru üzerine kurulduğu için siyasette olduğu gibi dünya medyası da objektifliğini kaybetmiş görünüyor.

Haberin Devamı

***

Örneğin bilinen kavramlarda dahi anlaşamıyorlar. Birinin “siviller” dediğine diğeri “teröristler” diyor. Biri “saldırı” diyorsa diğeri “savunma” diyor. İsrail medyası iki tarafı da suçlayan açıklamalara tepki gösteriyor. Amerikan ve Batı medyası diplomatik çözümün neden reddedildiğinin perde arkasını sorgulamıyor bile. Doğu medyası ise Hamas’ın Filistin halkını savunmasız bırakacak sonuçları ortada bir eylemi neden gerçekleştirdiğini… Sorun her iki tarafın da bütün bu yaşananların “yeniden paylaşım savaşı” olduğunun bilincinde değilmiş gibi davranmalarında. Medya bu kanlı filmin senaryosunu yazanı bilmediği için de komplo teorileri tavan yapmış durumda. Çünkü bu sorun derin kuşkular ve yanıtı verilmemiş sorular biriktirerek giderek büyüyor. Peki, küresel dünyayı etkileyecek bu savaşa hem İsrail hem Filistin halkının desteği var mı? Onların yaşamlarını ve kaygılarını bize kim açıklayacak?

Hiç kimse! Çünkü her savaşta olduğu gibi devletler, yine kendi medyasını ideolojik söylemlerini yaymak amacıyla hegemonik bir aygıt olarak kullanacak. Kullanıyorlar da. Dünya medyasının; Rusya’nın Ukrayna işgalindeki tavrı ile İsrail’in işgal altındaki Filistin halkının üzerine yağdırdığı bombalara olan tutumu bu yüzden farklı. Hem Batı hem de Doğu medyası bu taraf olma halinin gayet bilincinde. Çünkü her söylemi topluma “hakikat” olarak kabul edilecek şekilde yeniden üretiyorlar. Bir şeyi toplumda meşru hâle getirmenizin en kolay yolu budur çünkü…

Haberin Devamı

Gerçek ‘görünen’ değildir

***

Amerikalı tarihçi ve iletişim alanında medya üzerine muazzam gözlemler yapan Prof. Dr. Robert Mc Chesney’in dediği gibi; “Medya size ne düşünmeniz gerektiğini söylemez, fakat medyanın yazdıkları size ne düşünmeniz ve nasıl düşünmeniz gerektiğini gösterir.”

Dünyadaki güç odakları ne zaman bir şeyi, tehdit algılamasının içerisine sokarsa, kavramlar da ona göre şekil alıyor çünkü... Aktörler değiştikçe kavramların anlamı değişiyor. Kaleminiz, savaşa bakışınız, haberi sunuş biçiminiz, ülkelere ve toplumlara göre farklılaşıyor. Sizin de algılarınız farklılaşıyor. Bu yüzden medya barışın sağlanması konusunda pozitif bir etki yaratamıyor.

Bu yüzden başka bir fikre düşünce ya da görüşe tahammül edemiyor olabilir miyiz? Ya da herkes “kendi ölüsüne ağıt yakacak” dendiği için, iyiyle kötü olanı, doğruyla yanlışı ayırt edemez hâle gelmiş olamaz mıyız? Bir kere mağdur olanın her şeyi yapmaya hakkı olduğuna inandığımız için mi bir halkın topluca cezalandırılmasına ses çıkaramıyoruz? Ya da bir katliamın bedeli sivil halka ödetilecekse ki her zaman öyle olmuştur, acaba kendi halklarına sordular mı: “Bu katliama ve savaşa razı mısınız? Barış mı savaş mı?” diye. Asla!

Haberin Devamı

ABD ve Batı medyası; kendi devletlerinin Orta Doğu’da yarattığı dinci radikal örgütlenmeleri bir tehdit, güvenlik sorunu olarak toplumlara işlediler. İç çatışmalarla ülkeleri karıştırdılar. Orta Doğu’ya “devletlerle değil, örgütlerle savaşıyoruz” diye girdiler. Örgütler hâlâ yerli yerinde. Ama milletler paramparça.

Biz birbirimize tutunarak bir devlet olmayı başardık. Cumhuriyet değerlerimize hep birlikte sahip çıkmak, “Bizi kimse sığınmacı durumuna düşüremez” demek içindir.

***

İnsanlığın tarihten gelen, genetik yapısına işlemiş “faşizmin kitle ruhu anlayışı” diyebileceğimiz türden “karanlık” bir yüzü var mı, bilmiyorum. Ama farklı kimliklerden rahatsız olan insanlar, topluluklar, devletler, ülkeler daima oldu. Bu yüzden kaderine razı olan halklar, kendilerine hiç sorulmayan, savaş ve çatışmaların bedelini, ölerek ödüyor. Kendi ülkelerinde ya mülteci oluyor ya da göçe zorlanıyor. Gerçeğin ne olduğunu bilmeden her şeylerini ama en önemlisi de vatanlarını kaybediyorlar. Dolayısıyla bu yüzyılda tabloya bakıp dünyanın geleceği hakkında hem çok şey söyleyebiliriz hem de hiçbir şey!

***

Bu yazı aslında biraz da kendi içimizde şimdilik çözemediğimiz sorunlarımız olsa da kendi topraklarımızda farklılıklarımızla birlikte yaşamanın kıymetini bilmek içindi. Biz bu toprakları ulus olma bilinciyle birlikte kazandık. Evet, biz laik bir toplumuz. Bu yüzden aşırı dinci ya da aşırı ırkçı örgütlenmelerle ülkenin bölünmesine asla izin vermemeliyiz. Biz birbirimize tutunarak bir devlet olmayı başardık. Cumhuriyet değerlerimize hep birlikte sahip çıkmak, “Bizi kimse sığınmacı durumuna düşüremez” demek içindir. Çünkü biliyoruz ki; sadece bir Türkiye var. Bir vatan, bir kere kurulur. Bu yüzden kendi ülkem için söylenecek tek şey; Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti!