Çocuk dokuz yaşında...
Babayı tanımadı. Anneyle yaşamadı. Nasıl hangi koşullarda büyütüldüğünü bilmiyoruz. Anneyle tek bir kare fotoğrafı yok. 6 yaşına kadar anneannesi baktı. Okula gönderilmedi. Üç yıl önce anneanne ölünce teyze tarafından kaçırıldı. Ve bu çocuk, fırlatılıp bir köşeye atılan değersiz bir eşya gibi, teyzenin çöple doldurduğu evin kilitli olan odasında bulundu...
Bu çocuğun dışkıyla, yiyecek artıklarıyla, çöple dolu bir odada bulunduğu anı gösteren fotoğrafı kanımca ülkenin en ‘kanlı’ fotoğrafı... O fotoğraf akli dengelerini yitirmiş, nefret dolu, hastalanmış bir toplumun duygularının ve kurumsal çürümüşlüğünün de dışa vurumu.
Medya haberi “vicdansız teyze” olarak verdi. Çocuğunu terk edip başka bir şehre yerleşen annenin çocuğunun kaçırıldığı iddialarını yazmakla yetindi, iddiaları araştırmadı, ilgili kurumlara soru sormadı. Dolayısıyla iki kız kardeşin ve çocuğun hikayesini tam olarak bilmiyoruz. Ama şunu biliyoruz, küçücük bir çocuğu hep beraber, el birliği ile mahvetmişler. Dolayısıyla sadece bu kadar bilgi yığınla soruyu da beraberinde getiriyor.
Mesela şunu sorabiliriz: Türkiye’de aile sistemi çöktü mü? İnsanlar akıl sağlığını mı yitiriyor? Komşuluklar bitti mi? Birbirine yabancılaşan, biri diğerinin, diğeri ötekinin sorununa aldırış dahi etmeyen bir topluma mı dönüştük? Neden en mağdur yine ve daima çocuklar oluyor? Kurumlar işlemiyor mu? Eğer çocuğun kaçırıldığına dair gerçekten bir şikayet varsa, ilgili merciler neden açıklama yapmıyor?
***
Çünkü bu ilk değil, son da olmayacak. Bu tür haberleri görmeye devam edeceğiz. Sadece 2008 -2016 yılları arasında Türkiye’de 104 bin 531 çocuk kayboldu veya kaçırıldı. Yani her gün 32 çocuk kayboluyor. O tarihten bu yana, kaç çocuk kayboldu, bu çocukların kaçı bulunabildi ya da kaçı bulunamadı? Bilmiyoruz... Çünkü resmi kurumlar artık bu bilgileri kamuoyuyla paylaşmadığı gibi, sadece bu çocuğun başına gelenlere bakarsak, belli ki görevini de yerine getirmiyor.
Sadece kurumlar açısından da değil, birey olarak da toplum olmayı başaramamış yığınlar halinde yaşıyoruz. İnsanın komşusu olmaz mı? Hal hatır soran, hastalanınca bir kase çorba götüren, iyi günde, kötü günde kapısını çalan bir insanı olmaz mı? 17 kiloya düşmüş bir çocuğu hiç mi gören olmadı... Görüp de yetkili makamlara bildiren, ya da evin kapısını çalan tek bir kişi.
***
Peki aile bağlarımıza ne oldu? En yakınımızdaki insanlara bile güvenemeyecek hale mi geldik?
Şimdi bir teyze düşünün...
Kendisine şiddet uygulayan bir kocadan korunmak için gidip mahkeme kararı çıkartabilecek kadar bilinci var.
Yaşamak, hayatta kalmak, kendi ihtiyaçlarını karşılamak için devletin imkanlarından yararlanmayı, resmi kurumlara valiliğe, kaymakamlığa, muhtarlığa başvurarak yardım talep edecek kadar da aklı var....
Kirasını ödemediği bir eve izinsiz girilmesini “haneye tecavüz” sayacak kadar kurnaz ve de bir çocuğu kaçırmanın sonuçlarını tahmin edebildiği için kameralardan, basından yüzünü saklayacak kadar da öngörü sahibi... Buna rağmen bir çocuğa ölümüne eziyet etmekten kaçınmıyor. Bir gün değil, iki gün, beş gün değil. Yıllarca...
Hepimizi utandıran bu durumu nasıl açıklamak gerektiğini bilmiyorum. Ama insan olabilmenin, vicdanın ne demek olduğunu, bu duyguları neden ve nasıl yitirdiğimizi medyada defalarca sorgulamamız gerektiğine inanıyorum. Bunun için akademisyenlerin, toplum bilimcilerin araştırmalarına, yorumlarına ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum...
Türkiye medyası bu tür toplumsal olayları manşetlere taşısa da çoğu köşe yazarının ilgi alanına girmiyor. Onlar “münferit” buldukları toplumsal olayları, “ciddi” buldukları siyasetten ayrı düşünüyor olmalılar ki bu tür vakaları genellikle köşelerine taşımıyorlar. Bu olayı da yok saydılar. Oysa insanı yok sayan, aşağılayan, insanlık onurunu çiğneyen, insanların yaşam hakkını elinden alan hiçbir olay münferit değildir. Her toplumsal olay, o toplumun siyasal sosyal kültürel kimliğinin bir tezahürüdür. Sağlığını yitirmiş bir toplumda siz istediğiniz kadar “ciddi” meseleleri ele alın, siyasetten, ekonomiden söz edin... Değerlerini yitirmiş bir toplumu “iyileştiremediğiniz” sürece ülkeyi ‘kurtaramazsınız”
Ve ayrıca bizi utandıran, öfkelendiren insana dair umudumuzu yitirmemize neden olan bu kaçıncı olay!... Hatırlayan var mı?
Mesela Kars’ta Mert, Manisa’da Umut, Adana’da Gizem’in nasıl öldürüldüklerini unuttunuz mu?
Bunlar gibi kaç binlerce çocuk var. Ve düşünün ki; Türkiye’nin geleceği bugün inanılmaz travmalar yaşattığımız, sahip çıkamadığımız, duyguları sakatlanmış, her şeyi eksik bırakılmış bu “kayıp” çocukların elinde...