Yine bir deprem ve yine sosyal medyanın doğru bilgiye dayanmayan haber ve gerçeği yansıtmayan eski görüntülerle yol açtığı karmaşa! Oysa felaketin ve acının sınırı yoktur, bütün toplumu kapsar
24 Ocak 2020. Saat 20.55. Elazığ’ın Sivrice ilçesinde 6.8 büyüklüğünde meydana gelen deprem sonrası sosyal medya anında harekete geçti. Söz konusu depreme ait olmayan çeşitli zamanlara, başka olaylara ait fotoğraflar yayımlandı. Ölenlerin, yıkılan binaların, kurtarılmayı bekleyen insanların sayısı bazı kurumların, sonradan “biz böyle bir açıklama yapmadık” diye yalanladığı “resmi açıklamalarla” paylaşıldı.
Bir twitter kullanıcısı, depremden 1.5 saat sonra, yıkılan bina görüntülerini paylaşırken şu ifadelere yer verdi: “Son görüntüler… Esas hasar sabah gün ışığında ortaya çıkacak. Ama enkaz altında kalan çok sayıda vatandaşın olduğu haberleri geliyor ve ölü sayısı maalesef yükseliyor. Sayı vermek istemiyorum. Çünkü doğrulatmak bu karmaşada zor.”
Felaketin kaybını “doğrulatamadığı” için veremeyen kullanıcı, paylaştığı fotoğrafı da okurların doğrulatmasının zor olduğunu düşünmüş olmalı ki; Milliyet’in 24 Ekim 2011’de yayımladığı Van’da gerçekleşen 7.2 büyüklüğündeki depreme ait görüntülere, Elazığ depremi diyerek yer verdi. Fotoğraf on yıl önce DHA’nın Van depremi fotoğrafı. Gazetede “En büyük yıkım Erciş’te başlığıyla paylaşılmıştı.
Sorumsuz habercilikYaşanan doğal bir felakette hep aynı görüntüler olur; binalar yıkılır, insanlar betonların arasında sıkışır, insanlar sokaklara çıkar... “Dolayısıyla hangi fotoğraf kullanılmış ne önemi var? Elazığ depremi ya da Van depremi fark eder mi?” diyebilir misiniz?
Henüz tam olarak ne yaşandığını bilmediğiniz bir olay için anında “… ölü sayısı maalesef yükseliyor” diye yazarak insanları endişe, korku ve çaresizliğe mahkûm edebilir misiniz?
Nasıl ki medyanın “habere ulaşma” hakkı varsa kamuoyunun da “doğru bilgiye ulaşma hakkı” var.
Bu haklar, yalanla, spekülatif haberlerle gasp edilemez. Twitter’da paylaşılan bir haber, daha fazla retweet edilsin diye insanlar doğru olmayan bilgilerle yönlendirilemez. Sosyal medyada yaratılan panik, sorumsuz “habercilik” çoğu kez aşırıya kaçan düşünce ve eylemleri de beraberinde getirebilir. Sarsıntıların ne olduğu açıklığa kavuşturulmadan bilim adamlarının her depremi kendi tezlerini doğrulamak için bir vesile olarak kullanması nasıl yanlışsa, depremde insanları, yalan yanlış bilgiler paylaşarak yönlendirmeye çalışmak da o derece yanlıştır.
Felaketin sınırları olmazDeprem gibi doğal afetler sadece olayı yaşayanları ya da o bölgeyi etkileyen bir durum değildir. Bütün toplumu sarsar. Bir acının ve felaketin sınırları olmaz. O travma herkese bulaşır. Dolayısıyla bu tür haberleri verirken sonuçlarını iyi düşünmek zorundasınız. Örneğin sosyal medyada depremzedelere gidebilecekleri yerler yazılmış. Fabrika denmiş, depremzedeler oraya koşuyor, ama fabrikanın kapısı olmuş duvar. Bir tesis denmiş, bu kez oraya koşuyorlar yok, böyle bir tesis yok, beş yıl önce yıkılmış. Çaresizce oradan oraya koşuşturan insanlara bunu yaşatmaya hakkınız var mı? Elazığ depreminden bir saat sonra Van depreminin görüntülerine yer vererek insanlarda moral paniğe neden olan Twitter kullanıcısı sonrasında Fernando Pessoa’nın bir sözüne yer veriyor: “Olduğum şeyle olmadığım şey arasında, hayal ettiğim şeyle hayatın beni yaptığı şey arasında bir boşluğum.”
Bundan daha iyi bir ironi olabilir mi?