Banu Şen

Banu Şen

banu.sen@dogangazetecilik.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

İNGİLİZ kolonilerinin yaşadığı Amerika Birleşik Devletleri’nin Massachusetts eyaleti yakınlarında bulunan Salem kasabasının önde gelen tüccarlarından Samuel Parris, bir dönem Barbados’la ticaret yapmış, oradan gelirken de yanında eşine ev işlerinde yardımcı olabileceklerini düşündüğü bir çift köle getirmişti. Jhon ve Tituba... Tituba, Parrislerin 9 yaşındaki kızı Betty’nin ve 11 yaşındaki yeğenleri Abegail’in bakıcılığını yapıyordu.
Özellikle kışın soğuk havalarda kızlar evin dışına çıkamıyorlar ve vakitlerinin çoğunu Tituba’nın yanında

Miller’in Cadı Kazanı ve düşündürdükleri
geçiriyorlardı. O da onlara can sıkıntılarını atmaları için bir sürü Voodoo büyücüleri ve büyüleri içeren Barbados hikayeleri anlatıyordu. Onları şok edebilecek kadar ilginç ve kötü öğeler içeren bu hikayelerden etkilenmeye başlayan kızlar, çok geçmeden Tituba’dan aldıkları bilgilerle kasabadaki yaşıtları olan diğer kızlarla birlikte karanlık işlerle uğraşmaya başladılar. İlk zamanlar bir bardak içindeki suya yumurta akı koymak suretiyle ilkel olarak oluşturdukları kristal kürelerde birbirlerinin fallarına bakıp, birbirlerinin kocalarının neye benzeyeceği konusunda yorumlar getiriyorlar ve eğleniyorlardı. Ancak eğlenceli ve can sıkıntısını gideren bir oyun gibi devam eden olay, bir kabusa dönüşmeye başladı. 1692 yılının ocak ayından sonra, kızlar sara gibi nöbetler geçirmeye, garip sesler çıkarmaya, yerlerde ve çukurlar içinde sürünmeye, acı içinde vücutlarının eğip bükmeye başladılar.
Kızlar, Tituba’nın büyüleriyle olan ilgilerini gizlemek için mi yoksa gerçekten büyülenmiş olabileceklerinden korktuklarından mı bilinmez; kasabada o güne kadar bu tür olaylarla hiç adları geçmemiş cadıları (!) suçladılar. O dönemlerde cadı büyülerinin hastalık ve ölüm sebebi olduğuna ve cadıların güçlerini şeytanın kendisinden aldıklarına inanılırdı. Bu sebeple bu acılar içindeki masum (!) görünüşlü kızların acılarının sona erdirilmesi için onları bu hale koyan cadıların bulunmasına karar verildi. Soruşturma sırasında kendi yaptıklarının ortaya çıkmasından korkan kızlar bazı isimler vermeye başladılar. Kızlar, işkence altında başkalarını da suçladılar ve sonunda bir ihbarcılık isterisi tüm Massachusetts’i sardı. Bu isteri dalgası sırasında, üçte ikisi kadın olan 162 kişi yargılanıp 19’u asılma ve 1 kişi de ezilmeyle cezalandırıldı.

Mc Carthy dönemine eleştiri
Yaşadığı toplumun sorunlarına seyirci kalamayanlardan, yüzyılımızın en önemli yazarlarından biri de 2005’te hayatını kaybeden Amerikalı Arthur Miller’dı. Miller’in kahramanları, haşin bir toplum içerisinde, kendi vicdanlarıyla yaşayabilmek için bireysel suç ve sorumluluklarıyla uzlaşmaya çalışırlar. İlk bakışta oyunları, genellikle aile hikayelerini anlatan bireysel dramlar gibi gözükse de çağının önemli toplumsal, siyasi ve ahlaki sorunlarına eğilirler. Zaman zaman sosyalist görüşlere yakınlık duyan Miller’in toplumsal eleştirileri Amerika Karşıtı Çalışmaları Araştırma Komitesi’nin dikkatini çeker. Yukarıda uzun uzun aktardığım Salem Olayları’nı anlattığı The Crucible (Cadı Kazanı) adlı tiyatro oyununda da Miller, adı geçen komite başkanı Joseph R. McCarthy’yi ve 1950 McCarthy dönemini eleştirtirir. (Bu dönemde Senatör McCarthy çok sayıda sanatçıyı komünist olmakla suçlamıştı.) Oyunun yorumlanmasına bağlı olarak Miller, komünizmi desteklemekle suçlanarak 1957’de ifade vermeyi kabul etmemesi üzerine komiteyi hiçe sayması nedeniyle sonradan ertelenen bir yıllık hapis ve para cezasına mahkum da edilir. (1958’de düzeltildi).
Köprüden Bakış, Bütün Oğullarım, Bedel, Vichy’de Olay gibi oyunları pek çok kez sahnelenen Miller, Satıcının Ölümü” adlı oyunuyla da Pulitzer Ödülü’nü aldı. Bilmem, Miller ve kaleme aldığı Cadı Kazanı size bir şeyler çağrıştırdı mı?