HEP büyükler çocuklarına hayatla ilgili ders, bilgi verecek değil ya! Bazen de insan çocuğunun anlattığı şeylerden bilgileniyor, ders alıyor. Ben de 17 yaşındaki kızım Beliz’den zaman zaman alışkanlıklarımın, doğru olduğuna inandığım şeylerin aslında yanlış olduğuna dair bilgiler öğreniyorum.
Bu, çoğu zaman onun ilgi alanına giren fen konularında olabiliyor; çünkü ben hep sosyal alanlara ilgi duymuştum...
Çoğu zaman da sporla ilgili olabiliyor; çünkü kızım bir sporcu.
Yaklaşık 10 yıldır yüzüyor. Bazen bana dakikalarca sporun insanın hem beynini hem de vücut gelişimini nasıl etkilediğini anlatıyor.
“Bak; sabah güne spor yaparak başla anne, hem kendini sağlıklı hem de çok mutlu hissedeceksin” diye öğütler veriyor. Sabahları erken kalkmakta her zaman zorlanan ben, bazen onun sayesinde kendimi fuarda yürürken buluyor ve etrafımdan onun koşarak geçmesinin keyfini yaşıyorum. Onun yaşında o saatte spor yapan genç göremeyince üzülsem de kızımla gurur duyuyorum.
Çünkü o ve onun gibi onlarca genç, spor yapanlara destek olmaktan uzak eğitim sistemine rağmen, sabah 05.00-07.00 saatlerinde havuzda antrenman yapıyor, 09.00’dan - 16.30’a kadar okula gidiyor, sonra tekrar 17.00 - 19.00 arası havuza koşuyor. Beliz’in bu hayatını izlerken o yaşlardaki bir genç kızın bu temposunu hayranlıkla izliyor ve hayatla ilgili yeni şeyler öğreniyorum.
Önceki gün de öyle oldu. Beliz’in anlattıklarıyla yaşadığım kentte aslında hep konuştuğumuz, yazdığımız ama bir türlü üzerine çok eğilmediğimiz bir gerçeğin bir kez daha farkına varıp, yüzleşme şansım oldu.
Önümüzdeki sene üniversite sınavına gireceği için doğal olarak konumuz bu günlerde hep o sınav! Tutturdu “Ben İzmir’de üniversite okumam” diye. Ben de klasik onu ikna etmeye çalışan anne tavrındayım.
Önce, “Gitme, bak sen uzaklarda yapamazsın. Çok zor” diye başladım ikna turlarına. Bu turlar “Evini bırakıp gitmeye değer mi?” diye devam etti. Pazar günü Kordon’da otururken İzmir’in güzel manzarasından konu yine İzmir’i bırakıp gitmeye geldi. Beliz, bana bir gencin İzmir’den gitme sebeplerini öyle bir sıraladı ki! Tek kelime edemedim. “Haklısın”dan başka bir kelime bulamadım.
Konuştuğumuz işadamları, bu kentin ileri gelenleri hep anlatırdı; “Beyin göçünü önlemeliyiz” diye. “Tersine göç” diye sesler yükselirdi. Yazardık, çözümünü bilirdik. Ama kimse bugüne kadar İzmir’de bunu engelleyecek bir şey yapamadı.
Ve şimdi bu gerçekle ben de karşı karşıyayım.
Belki bu kenti yönetenlere bir parça ışık olur diye, kızımın yakındıklarını kelimesi kelimesine aynen yazıyorum şimdi:
“Şu İzmir’in güzelliğine bak anne. Ne kadar güzel. Ama içinde hiçbir şey yok. Bir genç neden burada üniversite okusun? Neden çalışsın? Güzelliği sadece güzellikte kalmış. Sadece oturup, manzaranın keyfine varacağın mekanlar var. Çeşme var, Alaçatı var, Foça var... Başka hiç bir şehirde yok bu imkanlar, güzellikler. Biliyorum anne. Sokaklara döküleceğimiz başarılı bir takımımız yok. Efsane olmuş takımları var ama herkes üç büyük gelince koşuyor statlara. Kendi takımının kimse yüzüne bakmıyor. Yıllardır yüzme sporunu yapmaya çalışıyoruz. Türkiye’nin en temiz, en güzel ve ilk havuzu bizim. Ama yetmiyor. İstanbulluların, Ankaralıların imkanlarına bak. Belediyeler maddi-manevi destekliyor. Bizim kimse yüzümüze bakmıyor. Ama üniversite okurken insan başka imkanlar arıyor anne. Kafeler, alışveriş merkezlerinde gezmenin dışında. Okul bitince de iş imkanları kısıtlı. Sizin gibi yakınmak istemiyorum. Ben İzmir’den gideceğim anne, kafama koydum...”