ELAZIĞ’DA onlarca insan toprak altında kaldı. Orada insanları, depremden çok yoksulluğun öldürdüğü konuşulurken, kara bulutlar gezdi yine ülkenin üzerinde... Bizimse buralarda o vakitlerde, başımızın üzerinde toprak rengi toz bulutları vardı. Çiseleyen yağmurla arabaların, çantaların, yolların, paltoların, bankların kısacası dışarıdaki her şeyin üzerine iz bıraktı o toz bulutları. Meğer Sahra Çölü’nden havalanan kumlar bizim üzerimize gelmiş, yağmurla birlikte üzerimize yağmış. Hâlâ İzmir’de arabalar sanki çölde safari yapmış gibi geziniyor ortalıkta. Yollar kiremit tozuyla boyanmış gibi alacalı.
Ve elbette yine şehir efsaneleri de dolanıyor etrafta.
“Pazartesi Elazığ’da deprem oldu ya, aynı saatlerde bu kırmızı renk bulutlar acaba depremin mi habercisi?”
“Bulutlar toplandı toplandı ya, havada sıkıntı var. Buradaki faylar da harekete geçmiş olmasın?”
Ve daha benzer birçok, şehir efsanesi!
* * *
“Bugün sol tarafımdan kalktım da ondan” desem, değil. Günlerdir aynı şeyleri düşünüyorum ben. Uzaktan olup bitenleri gördükçe, konuşulanları duydukça isyan edesim geliyor. Televizyonda kanalları dolaşıyorum. Bilim adamları yine sahnede. Her deprem sonrası ne kadar deprem profesörü varsa hepsi ortaya çıkıyor. Kanal kanal, gazete gazete geziyor. Kimi birbirinin tezini yalanlamaya çalışıyor, kimi efsanelere yanıt verirken, kendi de efsane yaratıyor.
Hatta öyle medyatik oluyorlar ki, “Yılın en seksi erkeği” seçilenler bile çıkıyor aralarından. Ahmet Mete Işıkara, 17 Ağustos Depremi sonrası o kadar çok medyada yer aldı ki, sonunda bu da oldu işte!
Bir de “Ben demiştim”, “Ben bilmiştim” diye meydana çıkanlar var. Bir anda o kadar çok oldular ki, sayamıyorum bile...
“28 gün önce tam orada deprem olacağını söylemişti!”
“10 gün önce uyardı!”
Bir sonraki depremin nerelerde beklendiğini sayanlar. (Ki neredeyse birinci derecede deprem kuşağındaki tüm illeri sayıyorlar. İzmir, Balıkesir, İstanbul, Antalya, Malatya...)
Ne diyeyim ben size?
* * *