GÜNÜBİRLİK, saatlik gezintilerin dışında o güne kadar hiç uzun uzun zaman geçirmemiştim Alaçatı’da. En fazla taş bir pansiyonda, tek gecelik konaklama... Ya da girişteki pidecide birkaç saat oturma dışında yaptığım pek fazla şey olmadı. Mesleğe ilk başladığım yıllarda, Alaçatı Uluslararası Çocuk Tiyatroları Festivali’ni izlemek üzere gidip, ilk kez 7 gün kalmıştım. Tüm zamanımızı Alaçatı’da geçirmiştik. Çeşme’den bağımsızlığını ilk o zaman yaşamıştım. Meydandaki kahvede, pazarda, sokak aralarında, okul bahçelerinde günlerce dolanıp durmuştuk. Alaçatılı çocuklarla çocuk olmuş, kuklalar yapıp, okul bahçesinde tiyatro kurmuştuk. Herkes evinden masa çıkarmış, sokaklar boyu uzayan dev bir mahalle sofrasında son gece yemeği yemiştik.
Dönüşte, “Alaçatı’dan dönüyorum. Yeldeğirmenleri el sallıyor şimdi. Alaçatılı çocuğu düşünüyorum. Güneşten sararmış saçları...” diye başlayan bir yazı yazmıştım çalıştığım gazeteye.
Kalabalıkların görüntüleri
O günden 4-5 sene sonra Alaçatı’nın keşfedilip, hızla değiştiğini gözlemledim hep uzaktan. Bizim çocuklarla koşuşturduğumuz Arnavut kaldırımı taşı ile kaplı dar sokakları, yaz aylarında binlerce kişinin doldurduğunu gördüm. Bahçesinde oynadığımız evlerin çoğu, şık birer Alaçatı restoranı olmuştu. Kalabalık da olsa, Alaçatı’ya yaz kış gitmekten hep aynı mutluluğu duydum. Ama hep o günleri hatırladım. Alaçatı’nın kalkınmasına, adının duyulmasına da sevinmedim değil. Çünkü biliyorum ki; “Alaçatı’nın Arnavut kaldırımı taşı ile kaplı dar sokaklarını öyle ya da böyle, iki ya da tek katlı taş evler gölgeler... İşte bu tarihi mimari doku Alaçatı’nın sahip olduğu en önemli ekonomik değerdir.” Beldenin bozulmadan keşfedilmesi ve taş evleri restore ederek yerleşenlerin, koruma amaçlı yapılaşmaya önem vermesi Alaçatı’yı korur. Böyle olmasa kimbilir ne tür bir faciayla yüzleşirdik hepimiz... Alaçatı’nın merkezi 2006 yılında “kentsel sit” ilan edilince, belde bir anlamda bozulmadan korunmuş, neredeyse en genci 100 yaşında olan taş evler birer birer onarılmış; küçük oteller ve restoranlar açılmış oldu. Bunların hiçbirisi şaşırtıcı değil. Beni Alaçatı’yla ilgili tek şaşırtan; daracık sokaklarını dolduran kalabalıkların görüntüleri...
Arnavut kaldırımda ince topuk
Daracık şirin, sokak taşlarının üzerinde ince topuklularıyla yürüyen, kadınlar, genç kızlar... Parlak ayakkabılarıyla gezinen adamlar, delikanlılar... Aşırı süse diyeceğim yok. Kimse alınmasın! Benim sözüm; o yüksek ökçeleri, parlak potinleri giyenlere... O Arnavut kaldırımı taşlı sokaklar, topuklu ayakkabıyı, kırılacak kadar yüksek ökçeyi kaldırmaz. Mimarisine kadar doğal yapısı korunmaya çalışılan bir tatil yerinde, o kıyafetler Alaçatı’nın doğasıyla uyuşmaz. Giyin sandaletlerinizi, parmakarası terliklerinizi, bakın ne rahat edeceksiniz!