Ayşegül Sönmez

Ayşegül Sönmez

a.sonmez@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

‘Kaygun’a geniş açıyla bakmadım sergiyi hazırlarken, tam tersine mümkün olduğunca öznel, keskin çalışmaya gayret ettim, mümkün olduğunca taraf olmaya, bir noktaya odaklanmaya...’
Paris’te yaşayan video ve fotoğraf ağırlıklı sergileriyle tanıdığımız küratör Yekhan Pınarlıgil, dün Türkiye’nin ilk fotoğraf galerisi Elipsis’te açılan küratörlüğünü yaptığı Şahin Kaygun sergisini böyle anlatmaya başlıyor...
Şahin Kaygun sergisi, çok önemli bir misyonu yerine getiriyor. Erken yaşta kaybettiğimiz ve az tanıdığımız sanatçıyı yakından tanıma fırsatı sunuyor.
Onun üretimini yeniden değerlendirmemizi sağlıyor.
Öte yandan Kaygun’a sanat tarihindeki yerini tekrar ve çok daha özgür teslim etmeye de cüret ediyor.
Pınarlıgil’e bu sergi aracılığıyla nasıl bir Şahin Kaygun algısı yaratmak istediğini sordum. Bu sergiyi izleyen birine Şahin Kaygun’un üretimi karşısında neler düşündürmek istediğini...
Pınarlıgil, en istemediği şeyin bu kadar uzun bir sessizlikten sonra Kaygun’a nokta koymak anlamına geldiğini düşündüğü bir retrospektif yapmak olduğunu vurguladı.
Ne kadar haklı...
Büyük sergilerle sadece fazla tanıma fırsatını bulamadığımız sanatçıları değil, çok iyi tanıdığımız sanatçıları da kaybedebiliyoruz. Onları retrospektif başlığı altında tarihin derinlikleri altına gömebiliyoruz çünkü...
Kaygun’un sergisini bir çıkış noktası olarak düşünüp tasarlayan Yekhan Pınarlıgil’i duyarlılığından ötürü takdir etmek gerekiyor.
Öte yandan başka küratörleri, sanat ve fotoğraf tarihçilerini, kurumları Şahin Kaygun hakkında düşünmeye, üretmeye teşvik edecek bir sergi yaptığı için de tebrik etmek...
Sergi aracılığıyla Kaygun’a dair ön plana çıkartmak istediği özelliğe gelince...
Tekrarları...
Ve her seferinde yeniden başlaması...
“Bir işi imzalamadan önce tekrar tekrar başlıyor; istediği sonuca ulaşana kadar devam ediyor. Diğer yandan çalışmaları adeta metinler arası bir ağ oluşturuyor; belirli formları, sembolleri ve teknikleri farklı işlerde farklı yorumlarla kullanıyor, bazen bir eseri bütünüyle bir başka eserinde yineliyor.”
Pınarlıgil, bu tekrardan hareketle sanatçının ısrarla ürettiği yüzlerine odaklanmış.
“1970’li yıllarda siyah beyaz portreleriyle tanınan sanatçı, 1980’lerde sadece renkli çalışıyor. Ve bir yolunu bulup işlerinde yüzlerini perdeliyor. Sergi adından anlaşıldığı gibi gizli yüzleri sahneye koyuyor...”
Peki içinde yaşadığı dönemiyle ilgili bu fotoğraflar bize neler anlatıyor?
Pınarlıgil’e göre Kaygun’un üretimi, içinde yaşadığı toplum ve zamanın semptomlarını taşıyor.
“80’ler, akşam olup da ışıklar yandığında hızla kapanan perdeler, perdelerin arkasında kaybolan insanlar, derin bir melankoli, sinemada melodramlar, gerçeği uyuşturan çığırtkan renkler, tek tipleştirilmiş bireyler ve bunların karşısında bakışları donuk, suretleri taşlaşmış, taşlaşarak çoğalmış Tanrılar... Duyduk duymadık demeyin,
bütün bunlar inanılmaz bir hassasiyetle Şahin Kaygun’un polaroidlerinde, fotopentürlerinde....”
Sinemaya da yakın ilgi duyan sanatçının son derece resimsel fotoğraflarını şimdinin gözleriyle görmek belki yüzlerinin artık gizli kalmasını engelleyecek lakin fotoğraf tarihimize taze bir yüzün, Şahin Kaygun’un girmesini sağlayacak...
Önemli Not: Sergiyi gördükten sonra ne yapıp edip sanat yönetmenliğini Şahin Kaygun’un yaptığı Atıf Yılmaz’ın Dul Bir Kadın’ını izleyin.