Politik olarak sanat yapmakla politik sanat yapmak arasında dağlar kadar fark vardır.
İkisinin arasında Süphan Dağı kadar fark vardır. Cudi Dağı kadar fark vardır.
Bu ayrım da bana ait değildir. Ünlü yönetmen Jean Luc Godard’a aittir.
Godard şöyle der:
“Asıl mesele filmleri politik olarak yapmaktır. Politik film yapmak değildir.”
Peki politik sanat nasıl yapılır?
Ahmet Güneştekin ve Beral Madra işbirliği sonucu Venedik’te gerçekleşen Yüzleşme sergisi bu soruya iyi bir cevap niteliğinde. Venedik’te tesadüfen gördüm. (Sergi, pek çok köşe yazarının yazdığı gibi Venedik Bienali kapsamında değil. O sırada gerçekleşiyor.) Bugüne kadar yüzlerce tuval üretmiş ressamın, Venedik’teki sergisinde videolar ve bir enstalasyon görünce şaşırdım. Sergi, Bellek, İnkâr, Düdük, Dil gibi başlıklarla son derece önemli bir politik sorunu ele alıyordu. Kürtçenin yasaklanışını, onlarca kuşak Kürdün mağduriyetini... Uzun bir süre kendini geleneksel yöntemlerle, tuval üzerinde sembolik bir dille ifade eden ressam, bir sergiliğine hem politik hem de güncel olmayı deniyordu anlaşılan.
Filmlerinde, kara tahtayı kendinden geçerek dövenler mi ararsınız, adeta bir parodideymişçesine seçilmiş karakterlerin kötü oyunculuklarına mı kitlenirsiniz... Enstalasyonda yer alan harflerin ve duvardaki rölyefi andıran panonun Haluk Akakçe’nin işlerini yapan Seyrantepe’deki atölyeden çıktığından mı şüphelenirsiniz...
Yoksa bu kadar derin yaraların, şiddetli travmaların bu denli hoyratça ele alınmasına, Batı’da bir sergiyle bir keklik sürüsü vurmaya yeltenen ve aslında kendi halkını ve onun yaşadıklarını araçsallaştırırken yüzeyselleştiren ressamın duyarsızlığına mı üzülürsünüz... Bir sergiyle, hele birkaç teatral video, birkaç harfle, kültürel olarak bir halkın işgal edilmesini gündeme getirmek mümkündür. Lakin konuya ilişkin bir açılım sağlamak, bir kapı, bir pencere hatta bir delik, günün gerçekliğine kazınmış bir delik açmak mümkün değildir.
Ahmet Güneştekin’in yaptığı işte o yüzden politik sanattır. İbretliktir.
Oysa 1990’lı yılların ortalarından itibaren oluşan daha önce de yazdığım Diyarbakır okulu dediğim Kürt sanatçılar, Cengiz Tekin, Berat Işık, Şener Özmen, Erkan Özgen’i hatırlarsak... İşleriyle; yaşadıkları travmaları ele alışlarındaki incelik, gerçeğin altını üstüne getiren yorumları, taze trajik anılara koydukları ironik mesafe ve belki de en önemlisi gündelik hayatta kalma çabalarıyla, politik olarak yapılan sanata örnektirler.
Bugün aramızda Gezi Parkı’nda yaşananların galeriye nasıl gireceğini tartışırken bu ayrım üzerine onların bu onurlu üretimleri ışığında düşünmeliyiz. Tıpkı bundan sonra duracaksak tek başına değil, Hakkari, Muş, Van, Diyarbakır’da aylardır sessiz, mağdur ama mağrur duran onlarca oğul kaybetmiş kadınlarla birlikte durmamız gerektiği gibi... Direneceksek de en başta barış sürecinin sıhhatli devamı için direnmemiz gerektiği gibi...